Yazarımız Burcu Erdoğan yeni yazısında Aşk'ın uçsuz bucaksız okyanusunda yüzerek kaybolmanın verdiği huzura vurgu yaptı.

Tahir ile Zühre’nin hikayesini bilmeyen yoktur değil mi? Karşılık beklemeden sevmenin en güzel örneğidir. Bakışmadan görmeye, konuşmadan dinlemeye, dokunmadan hissetmeye ve de hasret ile yanıp gülümsemeye benzer sevdanın tadı. Bir çok acıya bedel ödenir de vefa bile aranmaz aşığın gölgesinde. Karşılığı gönüle düşen ateştir, uykuyu çalan hayaldir. Belki de birazcık umut yolculuğudur, sevdiğinin gönlünde ayrılan bir köşeye. Hayatın pembe kelimeleri kapatıyor sayfalarını…  Yitirdiğimiz umutlarla dolu, sonsuz bir yalnızlık okyanusu gibi… Ancak seviyorum bu yalnızlık okyanusunu, çünkü içinde kaybolup, kendimden vazgeçmeyi, yeniden doğmayı öğreniyorum… Her yok oluşta yeni bir ben olmayı… AŞK olmayı… AŞK'ı yazmayı…

Yüzyıllardır kalan sevda masallarını günümüze taşıyan başka bir güç var mıdır ki, aramakla geçer insanoğlunun ömrü… Âdem ile Havva’dan bu yana süregelen bir kavuşmakla kavuşamamak arasında kalan serüven bu. Kimi penceresinin önünde seher vakti ettiği duanın ruha verdiği huzur gibi kavuşur sevdiğine, kimi bir ömrü geçirir o pencerede sevdiğini beklemekle. Şikâyetçi değildir ne bekleyişten ne de zamanın insafsız tebessümünden.Yaşam, umutsuzluğun karanlık bulutları arasında öykülerini sürdürüyor... Kışın son demleri bitti artık, şimdi bahar zamanı. Meyve ağaçları çiçeklerini açtı, dolaplardan yazlık kıyafetler çıkarılmaya başlandı. Tıpkı mevsim değişimleri gibi, şu an içimiz de yenileniyor. Her sabah doğan güneş umut oluyor geleceğe. Yaşanmış hikayeler anılarda yerlerini korurken, yarım kalmışlar sırada bekliyorlar yeniden başlama umuduyla. Nâzım Hikmet’in dediği gibi; “Tahir olmak da ayıp değildir, Zühre olmak da…” bütün iş kalpte hissedebilmekte…

Zamanın kucağında, geçmişin ılık kucaklamalarını hissediyorum… Kalbim, mutlu anılarla dolup taşıyor ve umutlarla ışıl ışıl parlıyor… Yarım kalan hikayelerin yerine, yeni başlangıçların coşkusunu hissediyorum… Kelimelerin içindeki sevgi ve umut dolu melodileri dinliyor, her harften yeni bir mucize doğuyor gibi hissediyorum… Son gibi görünen her noktada, yeni bir başlangıcın müjdesini alıyorum… Çünkü her birinde AŞK'ı hissediyorum… Evet, AŞK olmadan hayatın anlamı eksik gibi… Eksiklikler AŞK'la gideriliyor, yaralar AŞK'la sarılıyor…

Kim miyim ben? Ne önemi var ki? Sadece bir kalemin izinde, insanlığın, varoluşun ve Aşk'ın derinliklerinde gezinen bir yolcu… Yüreğim, sevgiyle dolu kelimelerin ritmiyle atıyor, insanların hikayelerini yazarken kendi varlığımı da sorguluyorum. Sizlerle aynı sokaklarda dolaşıyor, aynı acıları ve sevinçleri paylaşıyor, hayatın karmaşasında sevgiye olan inancımı korumaya çalışıyorum. Belki de bu yüzden kalemi kâğıda dokunduruyorum; sevgiyi anlatmayı ve sevdiklerimize duygularımızı çekinmeden ifade etmeyi hatırlatmak için…

Geçmişte özlemle yâd ettiğimiz, "Nerede o eski aşklar!" diye hüzünle içimizi çektiğimiz zamanlar, sadece hayal dünyamızın perdelerinde mi kaldı? Ben, umutsuzluğa kapılmıyorum. Her birimiz kendi içimizde sakladığımız özel aşklarla birlikte, vatan sevgisi gibi, bayrak tutkusu gibi, evlat şefkati gibi, aile bağları gibi, imanın kudreti gibi ortak duyguları da omuzlayarak yaşamıyor muyuz? Zor anlarda bir araya gelip tek yürek olmanın, hayatın en kıymetli hazine olduğunu görebiliyoruz. Yüreğimin en kuytu köşelerinden fışkıran her damla gibi, aşkın esrarını masama sererek, içimdeki derin hislere baktığım da… "AŞK'a dair"  masumiyetin dokunuşunu, bencilliğin acı gerçeğini, deliliğin ateşini, sessizliğin karanlığını ve nihayetinde teslimiyetin huzurunu… Gerçekte, bu kadar sınırlı kelimelerle ifade edilmek, sonsuzluğu içinde barındıran AŞK'ın kabul etmediği bir gerçektir...Çünkü AŞK'ın sonu yoktu, sadece sonsuzluğa uzanan bir başlangıcı vardı. İşte bu yüzdendir “AŞK’a dair” yazılan şiirler, mektuplar, nice yazılar ve hikayeler… Bu yüzdendir paylaştığımız duygular. Satırlara, notalara dökülmüş sevda damlaları ve aşk ile yaratılmış her canda aşk ile soluk alıp vermek… Bu yüzdendir bir sevgiliyi beklemek. Üstelik hiç gelmeyeceğini bile bile, onun gelmeme ihtimaline bile aşık olmak… “Ben zaten senin gelmeyişine sevdalıyım…” demek. 

Duygularımızın derinliklerinde kaybolurken, aşkın sonsuz yolculuğunda kendimizi buluyoruz. Her anını paylaşmak, her anı yaşamak için sabırsızlanıyoruz. Çünkü aşk, bizi en saf ve en güzel duygularla dolu bir yolculuğa çıkarıyor, ve bu yolculukta kaybolmak, bizi en hakiki huzura eriştiren bir serüven oluyor. İçimizdeki bu sonsuz aşkı keşfettiğimizde, yaşamın bize sunduğu her anın değerini daha da derinden hissediyoruz. Aşk'ın rehberliğinde yolculuğunuzda huzur ve mutluluk bulmanız dileğiyle...

"Sevdiğiniz çiçek milyonlarca yıldızdan yalnız birinde bile bulunsa, yıldızlara bakmak mutluluğunuz için yeterlidir." 
(Küçük Prens, Antoine de Saint-Exupery) 

Sağlıcakla....