Ak Parti inşallah tutumunu gözden geçirir!

Hem Hatip Dicle olayında bu kadar katı davranacaksınız, hem BDP’ye bu kadar sırtınızı döneceksiniz, hem de Kürt sorununu çözüm rayına oturtacak yeni bir anayasa yapacaksınız barış için! Pek inandırıcı değil

Bu yazıma şöyle başlamıştım: Önce Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesi...

Arkasından, CHP listesinden milletvekili seçilen Balbay ve Haberal’ın tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesi...

Ve Güneydoğu’dan gelen haberler...

BDP’nin desteklediği bağımsız milletvekillerinin bazı ‘somut adımlar’ atılıncaya kadar Meclis’e girmeme yolundaki açıklamaları...

Yani boykot!

Hava hiç hoş değil.

Siyaset yeniden geriliyor.

Oysa, siyaset 12 Haziran sonrası soğumaya, siyasi tansiyon düşmeye başlamıştı.

Yargı kararları bir anda her şeyi değiştirdi. Şimdi kriz bulutları toplanıyor.

Ne yazık ki öyle.

Dünkü yazımda belirttiğim gibi milletin iradesini, halkın oyunu yeniden geçerli kılmak istiyorsak, TBMM hiç gecikmeden, tatile girmeden meseleye derhal el koymalıdır.

Tek yol budur.

Bu yolda alınabilecek örnek de, 2003 yılı başındaki Tayyip Erdoğan örneğidir.

Erdoğan, hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olduğu için 2002 yılı sonundaki genel seçimlere katılamamıştı.

Bunun üzerine Ak Parti’yle CHP 2003 yılı başında anlaşmış ve bir yasa değişikliğiyle Erdoğan’a -Siirt’te yapılan ara seçimle- milletvekilliği kapısını açmışlardı.

Nitekim, CHP Genel Sekreteri Tamaylıgil de partisinin Merkez Yönetim Kurulu toplantısından sonra yaptığı açıklamada buna hazır olduklarını şöyle açıkladı:

“İktidarı göreve çağırıyoruz. Adalet millet adına karar verir. Milli iradenin ortaya koyduğu tercihi yok saymak mümkün değildir. Yargı siyaseti dizayn etmemelidir. Erdoğan da 3 Kasım 2002’de kesinleşmiş mahkûmiyeti nedeniyle milletvekili adayı olamadı. Sonra CHP’nin desteğiyle yasa değişikliği yapılarak milletvekili oldu. Sayın Başbakan’a yolu açan düzenlemeler nasıl yapılmışsa, aynı düzenlemelerin yapılmasını zorunlu görmekteyiz.”

CHP böyle diyor. O zaman?

Ben tam bu satırları yazarken, Ak Parti Meclis Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ televizyon ekranında gözüktü, partisinin yazılı açıklamasını okumaya başladı.

Özetle dedi ki:

Hatip Dicle’nin adaylık engeli vardı; buna rağmen aday gösterilmiş olmasında pek bir iyi niyet yoktu; ayrıca 2002’deki Tayyip Erdoğan örneğiyle kıyaslanamazdı; bu nedenle de Hatip Dicle’nin durumu yasal değişikliklerle düzeltilemezdi; BDP ‘şantaj, şiddet dili’nden vazgeçmeli; Balbay-Haberal kararını ise henüz incelemiş değillerdi.

Bu açıklama beni tatmin etmedi.

Pek öyle inandırıcı gelmedi.

İpe un serme eğilimi vardı.

Topu daha çok yargıya atarak kenara çekilen bir tutum kendini ele veriyordu AK Parti’nin açıklamasında...

Oysa Ak Parti, Diyarbakır’da boşa giden 80 bin oy konusunda, halkın oyunun hiçe sayılmasında çok daha farklı, duyarlı bir dil sergileyebilirdi.

Gökyüzünün kriz bulutları topladığı bir ortamda Ak Parti, BDP ve Diyarbakır’daki öfke ve hayal kırıklığını anlayabilen, hissedebilen bir söylemle kamuoyunun karşısına çıkabilmeliydi.

Ak Parti bunu yapmadı.

Erdoğan da suskunluğunu sürdürdü.

Yanlış oldu.

BDP’nin Meclis boykotunu ben de doğru bulmuyorum.

Kaos çıkarmak isteyen ‘odaklar’ın değirmenine su taşıyacak aşırı tepkilerden BDP’nin sakınmasını ben de istiyorum.

Siyasetin Meclis çatısı altında yapılmasını elbette istiyorum.

Ama burada biraz durun.

İnsaf edin.

Hatip Dicle’nin bugün milletvekilliğinin düşürülmesine yol açan yasal dayanaklar nedir?

Terörle Mücadele Yasası...

Siyasi Partiler Kanunu...

Ve Anayasa’nın ilgili hükmü...

Bunları bunca yıldır demokrasiyle uyumlu hale getirmeyen hangi güç, Ak Parti iktidarı değil mi?..

Söylemek istediğim özetle şu:

Hem Hatip Dicle olayında bu kadar katı, bu denli duyarsız davranacaksınız, hem Kürt oylarının yarısını alan BDP’ye bu kadar sırtınızı döneceksiniz, hem de Kürt sorununu çözüm rayına oturtacak ve barışın kapısını ardına kadar açacak yeni bir anayasa yapacaksınız!

Pek inandırıcı değil.

Ak Parti inşallah bu tutumunu gecikmeden gözden geçirir.

- - -