Bedeli Çanakkale de Ödenmiştir

ve faturalara muhatap olması söz konusu bile olamaz. Bu gayet açık 
ve nettir. Borcumuz yok hiç kimseye! Bu vatanın bir taşına dahi zarar 
gelirse nasıl bakarsınız şehitlerimizin yüzüne. Burası hepimizin. Taşına 
dahi hürmetkâr olun, çakılına dahi! O kutlu ordunun ayaklarına değmişler. 
Toprağına saygılı olun. O kutlu ordunun neferleri bu toprağın üzerine 
düşmüştür.
Kanlarıyla sulamışlardır bugün ağaç olan fideleri, çiçek olan tohumları. 
Kan rengi gülleri ne sanırsınız? Dalında feryat figan olan bülbülü kim 
bilirsiniz? Bir kalemine, bir kâğıdına, bir kürdanına dahi sahip çıkmamız 
gerekir! Çalınırsa üç kuruşu, ihmal edilirse bir işi, rencide edilirse insanı, 
su katılırsa pişmiş aşına, neler gelmez başına? Bu vatan emanettir bize. 
Sağlam aldık sağlam götürmemiz gerekir. Çalınırsa parası… Yenilirse 
arsası… Kapılırsa parsası ne deriz şehitlerimize? Sahip çıkmadık kutsal 
emanetinize mi diyeceğiz! Yolları kazılırsa, direkleri devrilirse, bankları 
kırılırsa, camları un ufak edilirse, bayrağı indirilirse, toprağı savrulursa, 
suyu heba edilirse, denizi kirletilirse, vergisi kaçırılırsa, ormanları yakılırsa, 
değerleri alt üst edilirse ve gençliği boş bırakılırsa ne deriz şehitlerimize? 
Dıştan gelen tehlike sağlıklıdır, bellidir çünkü. Ya içten gelirse tehlike! 
Efendiler, bu hesap Çanakkale’de ödendi. Siz kalkıp da içten yıkamazsınız. 
Dışta zaten hâlihazırda bekleyenler var. Ağzı salyalı, tırnağı sivri, gözleri 
ateş, sözleri sûzan olan çok. Dost görünümlü vatansever kılıklı, milletsever 
duruşlulara dikkat etmemiz gerekir.
Vatan toprağıdır üzerinde yaşadığımız. Altında kefensiz yatanların aziz 
hatırasıdır, mirasıdır. Nasıl kıyarsınız? Attığınız her adım dahi bunu bize 
hatırlatmalıdır. Kar yağdığında Sarıkamış’taki şehitlerimizi, su içtiğimizde 
Kerbela ’da şehit olanları hatırlamamız gerektiği gibi. Üzerindeki 
nuranilerin ve sabilerin hatırınadır bugün ayakta durduğumuz. Bedava 
değildir vatan toprağı, ucuz hiç değil! Bedeli ödendi. Hem de kan ve can ile 
yüzbinlerce… Hem de gözyaşlarıyla harcı vuruldu et ve kemiklerin üzerine. 
Canların üzerine inşa edildi, canan oldu istiklal, leyla oldu özgürlük. 
Milletin özüne düştü düşeli bu tohum artık karşısında ne düşman durdu ne 
de ölüm.
Hep söylerim hep söyleyeceğim. Çocuklarımızı okula başlattığımız ilk 
gün götürüp göstermemiz gereken yerler var. Çanakkale, Sarıkamış gibi. 
Sonra fabrikalarımızı, tersanelerimizi, laboratuarlarımızı göstermemiz 
gerekecek. Sebep şu: Çalışmazsanız düşman gelir ve sizi yerle bir eder. 
Ülkenizi sevmezseniz ne hale geliriz, kaç can veririz sayamayız bile. 
Ülkemde el açıp dolaşan, açıkta kalan ve yatan Suriyeli kardeşlerimizi 
görünce vatan mefhumunun ne kadar önemli olduğunu daha iyi anladım. 
Şuurlu bir gençlik olmalı. Mükellef ve mükemmel… Donanımlı, kalifiye… 
Eğitimli ve kültürlü… Bu ülke ucuza alınmadı, bedavaya asla! Kan ile alındı. 
Her karışı kanla yoğruldu. Gözyaşlarıyla yoğruldu vatan toprağı. Harcı 
sağlamdır bu ülkenin, mayası iyidir. 
Çanakkale’de kızılca kıyametin koptuğu günler. İstanbul’da, düşmanın 
Çanakkale’yi geçtiği söylentileri, her meslek erbabından kişilerin akın akın 
Çanakkale’ye gitmesine sebep oluyor. Herkes, vatan toprağını düşman 
çizmeleri altında çiğnetmemek için çaba sarf ediyor. Bunlardan birisi de 
İstanbul’da yaşayan ve Vefa Lisesi’nde Fransızca muallimi olarak görev 
yapan Ahmet Rıfkı Bey’dir. 1915’in Mayıs’ında Ahmet Rıfkı her günkü gibi 
mektepten içeri girer. Koridorlarda sessizlik hâkimdir! İlk dersi birinci 
sınıflaradır ve ayni suskunluk o sınıfta da vardır. Talebeler başlarını 
önlerine eğmişler öylece sıralarında oturuyorlardır. Selâm verir Ahmet 
Rıfkı, ama çocuklar selâma karşılık vermezler! Ahmet Rıfkı şaşırmıştır ve 
talebelerine dönerek şöyle der “Çocuklar nedir bu hâl? Lütfen biriniz 
bana bunu izah etsin!”Arka sıralarda oturanlardan biri ayağa kalkarak 
konuşur “Hocam, mektebimizde ve mahallemizde eli ayağı tutan 
abilerimiz Çanakkale’ye gönüllü gittiler ama siz hala buradasınız! 
Biz de gitmek istiyoruz yaşımız tutmuyor, söyler misiniz, vatanımız 
elden giderse sizin verdiğiniz eğitim ne işe yarar?”Muallim Ahmet 
Rıfkı’nın konuşacak hali yoktur. Çocuklar elbette haklıdırlar ve o an 
kararını verir. Kendisi de Çanakkale’ye gitmelidir! Vatan için, Hak ve 
Hakikat için düşmanla çarpışmalıdır.
Yaşlı gözlerle sınıftan çıkar ve mektebin idaresine dilekçesini verir. 
Arkadaşlarıyla, talebeleriyle vedalaşır, evine gelir. Ahmet Rıfkı’nın 
hayattaki tek varlığı yaşlı annesi Ayşe Hanım’dır. Vefa semtindeki 
evlerinde beraberce oturmaktadırlar! Durumu annesine anlatır, ondan 
hakkını helâl etmesini ister! Ardından mahallenin bakkalı, güngörmüş bir 
zat olan Selâhaddin Adil Efendi’ye uğrar ve şöyle der “Selahaddin Amca, 
düşman Çanakkale’de hançerini vatanın bağrına saplamış, Allah’ın 
izniyle onu çıkartmaya gidiyorum. Senden isteğim, anamı iaşesiz 
bırakma! Kısmetse dönüşte borcumu öderim!”
Ahmet Rıfkıönce İstanbul’da kısa bir eğitim görür ve sonra Çanakkale- 
Düztepe’de ki birliğine bölük komutanı olarak gider. Çeşitli cephe ve siper 
savaşlarına katılır.19 Aralık 1915günü İngilizlerin döşediği mayınlardan bir 
tanesi kendisine isabet eder ve bu göğsü iman dolu genç Türk subayı şehit 
olur! Ahmet Rıfkı’nın şehitlik haberi kısa zamanda İstanbul’a ulaşır. Annesi 
haberi alır, çok üzülür. Ama imanı bütün bir hanım olduğundan hadiseyi 
tevekkülle karşılar. Aklına, veresiye yiyecek aldığı bakkal gelir! Doğruca 
ona gider ve şöyle der “Selâhaddin Efendi, oğlum Ahmet Rıfkı 
Çanakkale’de şehit düştü. Şehitlik künyesi, eşyaları, ikramiyesi, bir 
heyetle bu sabah bana ulaştırıldı. Yedi aydır senden veresiye alırız, 
ne kadar borçluysak verelim de oğlum borçlu yatmasın! ”Selâhaddin 
Efendi cevap verir “Ayşe Hanım sen okuma yazma bilmezsin, okuma 
bilen bir yakınını getir de hesabı o çıkarsın!”Bunun üzerine Ayşe 
Hanım, komşusunun kızı Gülşah’la beraber dükkâna gider. Selâhaddin 
Efendi, Ahmet Rıfkı bölümünü açarak veresiye defterini Gülşah’ın önüne 
koyar! Kız, defteri incelerken birden gözleri dolar ve hıçkırıklarla ağlamaya 
başlar! Bu duruma şehit annesi Ayşe Hanım ve diğer müşteriler de 
şaşırırlar. Gülşah’ın yanına gelirler. Gülşah, onlara veresiye defterindeki 
kırmızı harflerle yazılmış satırları gösterir. Şöyle yazıyordur defterde “BU 
HESAP, AHMET RIFKI’NIN KANIYLA ÖDENMİŞTİR VESSELÂM!”O 
ana kadar hiç konuşmayan Bakkal Selâhaddin Efendi, dükkânında bulunan 
insanlara döner ve gözlerinden süzülen yaşlarla birlikte şu sözleri söyler 
“Ahmet Rıfkı, bu vatan uğruna canını feda etti. Buna mukabil 
biz birkaç parça mal vermekten çekinecek miyiz? Katbekat helal 
olsun! Hiç olmazsa Allah katında bizlere şefaatçi olur!”
Efendiler, bu vatana kast eden her türlü dâhili ve harici fikre karşı bir olup 
diri olup karşı koymalıyız. Bu bizim vazifemizdir. Bu bizim emanetimizdir. 
Bedeli yüzbinlerce can ile ödenmiştir.