Erdoğan’ın Diyarbakır üslubu ve barış!


Kürt sorunu benim sorunum!- MHP, CHP, BDP Kandil’in talimatıyla hareket ediyor- Zana: Bu kez Meclis’e türbanla gidebilirim- Gözaltındaki MHP komandosu-

   Bu yazımı yazmadan önce Tayyip Erdoğan’ın dün öğleden sonra geç vakte sarkan Diyarbakır konuşmasını bekledim.
Ama kalabalık ve coşkulu geçen bu mitingi beklemeden de yazabilirdim bu yazıyı. Çünkü, Ak Parti liderinin ne söyleyeceğini kestirmek o kadar güç değildi.
BDP’ye veryansın edecekti.
PKK’ya, Apo’ya yıldırımlar yağdıracaktı.
CHP’yi, Kılıçdaroğlu’nu ağır dille eleştirecekti.
MHP’yi hedef yapacaktı.
Bunların hepsini yaptı Erdoğan.
Üstelik son derece ağır, keskin bir dille yaptı. Ak Parti liderinin İstasyon Meydanı konuşmasında seçtiği dil, pek öyle barışın dili değildi.
Evet, bazı doğruları söyledi, bazı gerçeklere işaret etti. Hükümetinin Kürt sorunu ile ilgili olarak 2000’li yıllarda attığı isabetli adımların altını da çizdi.
Ancak, Başbakan Erdoğan’ın arada bir sergilediği dil ve söylemin Kürt meselesinde ‘barış yolu’nu açabileceğini öne sürmek kolay değildi.
Bununla demek istiyorum ki:
BDP’ye bu kadar hücum etmek, Öcalan ve PKK’ya yönelik böylesine sivri, ağır bir üslup kullanmak barış yolunu açmaz Güneydoğu’da, Kürt sorununun şiddetle bağını da koparamaz.
Ya da Kılıçdaroğlu CHP’si ile tüm köprüleri dinamitleyecek bir üslupla Kürt sorunu çözüm rayına oturmaz!
Veyahut Kürt kimliği meselesini bazı ince ayar kurnazlıklarla geçiştirerek, hizmet meselesini öne çıkarmak tek başına barış da, 2009 yerel seçimlerinde olduğu gibi Ak Parti’ye fazla oy da getirmez.
İşte bütün bunları Erdoğan’ın Diyarbakır konuşmasını dinlemeden de yazabilirdim.
Kısacası yeni bir şey söylemedi.
Diyarbakır’da şaşırtmadı Erdoğan.
Bunu zaten beklemiyordum.
Daha önceki Diyarbakır konuşmalarına göre daha ‘geri’ çizgiler taşıyordu konuşması.
Ayrıca, konuşmanın din vurgusu fazlasıyla ağırlıklıydı. Erdoğan, anlaşılan, Güneydoğu’nun aşırı muhafazakâr seçmenlerini de sandığa çekmek istiyordu...
Geçiyorum hepsini, ben 12 Haziran sonrasına bakıyorum.
Bu bakımdan, İstasyon Meydanı konuşmasında Erdoğan’ın bir sözünün altını çizdim. Yeni anayasa vaadini belirtirken şöyle dedi:
“Yeni anayasayı hep birlikte ve uzlaşma ile yapacağız.”
Uzlaşma!
İşte sihirli sözcük bu.
Eğer yeni anayasa yapılacaksa, Erdoğan ve Ak Parti bunu kendi başına yapamaz. ‘Uzlaşma’dan başka çaresi yoktur.
CHP ile uzlaşma...
BDP ile uzlaşma...
Yeni anayasa yapılacaksa, Tayyip Erdoğan bu partilerle diyalog ve uzlaşma kapısını açacaktır.
Erdoğan bunun gibi Kürt meselesinde de şiddet ve silah devrini kapatmak istiyorsa yine başka çaresi yoktur.
Türkiye’de barış yolunun açılabilmesi için Tayyip Erdoğan’la Kemal Kılıçdaroğlu ve Ahmet Türk arasında bir diyalog ve uzlaşma zemininin oluşması lazım 12 Haziran sonrası...
Seçim döneminde yaşananlar, seçim sonrasına taşınamaz.
Ak Parti’yle CHP ya da BDP seçim zamanı iktidar için en sert biçimde yarışırlar, bazen en olmadık sözleri birbirlerine söyleyebilirler, ama düşmanlaşamazlar.
Çünkü diyalog olmadan, uzlaşma olmadan ne demokrasi olur, ne de istikrar.
Şu günlerde seçim meydanlarında esen kâbus gibi havanın, olağanüstü gerginliğin ve yüksek tansiyonun 12 Haziran sonrasında da siyaset meydanına hâkim olacağına ihtimal vermiyorum, veremiyorum.
Ya da böyle bir akılsızlığı düşünmek bile istemiyorum.
Liderlerin bu kadar sağduyudan yoksun olacaklarını da düşünemiyorum.