Eksikleriyle beraber sağlıklı bir seçim süreci geçirmişiz. Dünya rekoru denebilecek oranda katılım ve temsil yüzdesi yakalanmış.
Halk sandığa giderek sivil ve demokrat anayasa için irade beyanında bulunmuş. Bunları konuşmamız gerekirken, 9 tutuklu vekilin durumunu tartışıyoruz. Seçim sonuçlarının demokrasi bayramına dönüşmemesi için 'Kaos mühendisliği' icra edildiğine dair kanaatlerim pekişiyor. 'Böylesine cehalet ancak tahsille olur' dedikleri gibi, bu kadar beceriksizlik iyi bir planlama ve kötü niyetle açıklanabilir.
Ortada iyi-kötü değil, kötü anayasa var; kötü siyasi partiler ve seçim yasası var. Ceza kanunumuzda da düzeltilecek çok madde bulunuyor. Ama değişene kadar oyunu kurallarına göre oynamak mecburiyetindeyiz. Taraflar bunca kötülük yetmiyormuş gibi davranıyor ve meseleleri içinden çıkılmaz hale getirmede adeta yarışıyor. Arada olan vatandaşa oluyor. Hatip Dicle'nin vekilliği iptal edildi. Dicle'nin avukatları, BDP'liler, Yargıtay ve Yüksek Seçim Kurulu pinpon oynadı. Bizim gözümüz yoruldu, kafamız karıştı, ruhumuz sıkıldı. 22 Mart'ta kesinleşen ceza, nasıl yaklaşık üç ay gizli kalabiliyor? Kamuoyu yerel mahkemeden verilmiş mahkûmiyet kararının Yargıtay'da onama aşamasında olduğunu biliyor, ama bilmesi gerekenler tecahülüarif sanatı yapıyor. Avukatlar, kararı bile bile Dicle'nin aday yapılması sürecini sürdürüyor! Hüküm sisteme iş işten geçtikten sonra işleniyor! Yargıtay'da cezayı onayan dairede ve aynı zamanda YSK'da görev yapan yüksek yargıç sesini çıkarmıyor! "Biz, Dicle'nin kararını onadık, kriz çıkmadan çözelim şu işi" demiyor! YSK nice zaman sonra gelişmeyi öğrendikten sonra müdahil olmuyor. 'Aday listeleri kesinleşmişti' bahanesine sığınıyor. Halbuki adaylığı iptal etmek 78 bin oy almış kişinin mazbatasını elinden almaktan daha kolay değil mi? Anayasa ve yasanın ilgili maddesinden bugün mü haberdar oldular? MHP'li müstafi adaylarla ilgili yaptıkları türden açıklamalarla, "Listelerde değişiklik yapamıyoruz ama adı geçen kişi milletvekili seçilme yeterliğini haiz değildir. Seçilse de iptal edilir." denilemez miydi? Sanki taraflar kulağının üstüne yatmış, bile bile lades denilmiş...
Gelelim BDP'nin tavırlarına... Çözümden ziyade gerilimden yana bir kadroyla karşı karşıyayız. Dicle'nin avukatları, Anayasa ve yasadaki engelleyici maddeleri inkâr etmiyor. Zamanlama ve usul eleştirisi getiriyorlar. Yukarıda bu eleştiriyi ben de dile getirdim. Peki zamanlama ve usul konusunda YSK kadar onlar da suçlu değil mi? Ayrıca benzer durumdaki Nezir Sincar'ın adaylığı hakkındaki kesinleşmiş mahkûmiyetten dolayı iptal edildi. Kıyamet kopmadı. Hukuk önünde herkes eşitse Dicle için de kopmazdı. 2002'de Tayyip Erdoğan, partisini tek başına iktidara taşımasına rağmen vekil seçilemedi ve başbakan olamadı. Ne Parlamento'ya fatura çıkarıldı ne de sokakları ateşe verme tehdidi savruldu. O gün çözümün tek adresi Parlamento'ydu, bugün de öyle. Öyleyse Meclis'i boykot etmek makul ve demokratik bir tepki değil. Evet 78 bin Diyarbakırlı seçmenin oyu elbirliği ile çöpe gönderildi. Bu bir mağduriyet. Ama BDP'lilerin tavrı 42 milyon seçmenin iradesini heba etme riski taşıyor. Yüzde 85 civarında katılım ve yüzde 95'e varan temsil gücüne sahip Parlamento'yu daha işbaşı yapmadan sakatlama tehlikesi var. Gerçekten 'barış ve demokrasi' hedefleniyorsa yasama organını yaralayarak elde edilemez. Ayrıca üç muhalefet partisi ilk defa bir mağduriyette buluştuğunu düşünüyor. Ortak bir çözüm üretirlerse sivil anayasa çalışmalarına iyi bir başlangıç yapılmış olur. Böylece şer zannettiğimiz şeyi hayra dönüştürebiliriz.