Sabah kahvaltısı için gittiğimiz pastanede sade omlet siparişi vermek istedik. Karşı masada menemen yiyen müşteri itiraz etti: Hayır, herkese menemen gelecek.
Yumurtayı sade yemek istiyorsanız, domates ve biberleri masanızda ayıklayın! Hayda çattık belaya. "Kardeşim sen menemen isteyebilirsin ama ben yumurtayı sade yiyeceğim, karışma bana!" diyecek olduk. Adam demokrasiden girdi, sivil diktadan çıktı. Ne yapacağımızı şaşırdık. Size absürt gelebilir ama yumurta ve menemen kısmı hariç hikâye doğru.
Günlerdir internet ortamında sanal sansür tartışması yapıyoruz. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu'nun aldığı 'güvenli internet kullanımı' kararını birileri sansür olarak yorumluyor. Kurulun karar metni ve yetkililerin açıklamaları endişelerin yersizliğini gösteriyor. İyi niyetli endişeliler ve buradan siyasi sonuç çıkarma peşinde olanları ikna etmek mümkün olmadı. Bizim derdimiz, iyi niyetli endişelilerle istişare etmek. Siyasi sonuç kotarmak isteyenlerle konuşmak, boşa nefes tüketmek anlamına geliyor.
Konu çok basit aslında; sınırsız internet erişimi isteyenler için değişen bir şey yok. Ama 'ben bazı şeylerin filtrelenmesini istiyorum' diyenler için alternatif sunuluyor. Sınırsızı istemek nasıl haksa, belli ayıklamalarla özel üretim istemek de o kadar demokratik bir talep. Masama gelen yemeğin menemen olması için neden ısrar ediyorlar anlamıyorum. Devlet ya da başkası senin talebine karışıyorsa birlikte itiraz edelim. Değilse benim seçme özgürlüğüme karışma hakkını nereden alıyorsunuz?
Bu düşüncelerimize getirilen iki eleştiri var. Birincisi, bireysel filtrelemenin mümkün ve yeterli olduğu ve belirtilen şekilde düzenlemeye ihtiyaç bulunmadığı şeklinde. Servis sağlayıcıya sorumluluk yüklenmeden filtre programlarının işe yaramadığı çok açık. Tuzak kelimelerle filtreler kolaylıkla bertaraf ediliyor. Matematik yazdığınızda veya bir çizgi film kahramanının sitesini bulmaya çalışırken istenmeyen siteler sizi karşılayabiliyor. Diğer eleştiri, yasakların çözüm olmadığı, çocuklara eğitimin verilmesinin yeterli olduğu iddiası. Bu düşünceye kısmen hak veriyorum. Çocukları karantina çadırında büyütmek mümkün ve doğru değil. Onlara irade eğitimi vermek ve hayata hazırlamak en sağlıklısı. Fakat söz konusu olan teorik bir eğitimden ziyade, psikolojik olgunluk ve iyiyi kötüyü ayırt etme bilinci. Pedagoji ve hukuk, bilinç ve olgunluğun yaş ile alakalı olduğunu kabul ediyor. Belli yaşa 'reşit olma' sınırı deniyor ve o sınır pek çok şey için belirleyici oluyor. Mesela Mardin'de N.Ç. isimli kız çocuğuna tecavüz davasında ceza indirimine toplum isyan etti. Müessir fiilin zorla gerçekleşmemesi ve maddi çıkar gibi gerekçelerle cezaların düşürülmesine "13 yaşındaki çocuğun rızası mı olurmuş?" diye karşı çıkıldı. Bu haklı tepki burada da devreye girmeli. Reşit olmayan çocuğun iyi kötüyü ayırt etme mukavemetinin oluşmayacağı ön kabulünden hareket etmek zorundayız. Çocukları internette bekleyen tehlikeyi sadece pornoyla sınırlı görmek de yanıltıcı. Şiddet, kumar ve istismar tehdidi belki daha önemli. İnternetin başında saatlerce kafa kesen çocukların yarın psikopat bir katile dönüşme ihtimali hepimizi düşündürmeli.
İsteyenin sınırlı, isteyenin sınırsız internet seçeneklerinden yararlanmasına 'İran oluyoruz' diyenlere gülüp geçemiyorum. Ne yazık ki propaganda güçleri çok yüksek ve çok insanı inandırıyorlar.