Şehitler için elbette ağlayalım ama...
Demek ki yetmedi bu kadar kan ve gözyaşı... Demek ki yetmedi anaları bugüne kadar ağlatan acılar...
Demek ki bu topraklar hâlâ doymadı, yaşanmış olan korkunç trajedilere...
Demek ki hâlâ olgunlaşamadık.
Demek ki daha hâlâ birbirimizi tüketebileceğimizi sanıyoruz.
Demek ki hâlâ acı çekmek zorundayız, oturup barışı konuşmak yerine...
Demek ki, ille de acı çekmek lazım bu topraklarda yaşamak için...
Öyle mi?..
Ne yazık.
Silvan’daki 13 şehit asker elbette içimi acıtıyor. PKK’nın bu saldırısını elbette kınıyor ve barışa bir darbe olarak görüyorum.
Ve aynı şeyleri söylüyorum.
Asker de şehit olmasın, PKK’lı da!
Silah ve şiddet çıkmaz yoldur çünkü.
Silahın kullanım süresi doldu.
Parmaklar tetikten çekilsin!
Sabırla, inatla barışı konuşalım.
Ve barışın arkasına siyasal kararlılığımızı, devlet adamlığımızı, liderliğimizi koyalım.
Başka çaremiz yok.
Aklın yolu budur.
Gazete manşetlerine bakıyorum:
Acı ve öfke! Devlet ayakta! Hain pusu! Yas ve öfke! Barışa, çözüme, huzura kurşun!
Hepsi çığlık çığlığa...
Devletin, siyasetin açıklamaları da farklı değil. Ama hepsi malum klişeler...
Benim yazımın girişi de öyle.
Yavan, heyecan vermeyen sözcük oyunları sanki... Kim bilir kaç kez yazdım aynı şeyleri...
Bu topraklar hâlâ acıya, trajediye doymadı mı diye, yaşamak için ille de acı mı çekeceğiz bu topraklarda diye kim bilir kaç kez yazdım.
Kaç kez!
Bunca yıldır Kürt sorununu izlemeye çalışıyorum gazeteci olarak.
Bir tek amacım var:
Barış!
Kalıcı ve hakça bir barışın gerçek demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, insan hakları ve özgürlükler düzeninden ve de insanların refahından geçtiğine inanıyorum.
Yıllardır sorguluyorum meseleyi.
Daha yeni Kandil’den geldim.
Silvan’da yaşanan büyük acıyla, 13 askerin şehit düştüğü baskına ilişkin tahliller yapmak gibi bir niyetim yok ama...
Derin PKK mı?
PKK içi farklı çizgiler mi?
İmralı-Kandil çatlağı mı?
PKK’nın içinden taşeron kullanan ve Türkiye’nin başının rahat olmasını istemeyen ya da Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak isteyen bazı dış güçler mi?..
Veyahut bazı iç güçler mi?..
PKK içinden hâlâ taşeron kullanabilen Ergenekon kalıntıları olabilir mi?..
Ya da PKK’nın genel oyun planı çerçevesinde gerçekleştirilen bir saldırı mı?..
Her soru tartışılabilir.
Farklı senaryolar yazılabilir.
Bu satırları yazarken, 13 şehit için Diyarbakır’da dün öğle vakti yapılan cenaze törenini izliyorum.
Gencecik insanların ölümü elbette acı, elbette hüzün verici...
Hiç kuşkusuz dağda ölen PKK’lılar için de aynı duygular geçerlidir.
Sözü uzatmak istemiyorum.
Şu kadarını söylemem lazım.
Tarafların ‘ezberler’i var.
Eski ve yeni ezberler...
Bunlar yolu tıkamaya devam ediyor.
Eğer barış diyorsak, eğer çözüm diyorsak, Ankara-İmralı-Kandil-Diyarbakır dörtgeninde bu ‘ezberler’in gözden geçirilmesi şart.
Taraflar birbirlerine rağmen, dediğim dedikçi bir inatla, birbirlerini gözardı ederek barış yolunda yürüyemezler.
Böyle çözüm olmaz, barış olmaz; ancak savaş olur.
Tıpkı bugüne kadar olduğu gibi...
Oğullar ölür, analar ağlar.
Tıpkı bugüne kadar olduğu gibi...
Eğer devlet adamlığı varsa, eğer liderlik varsa, önce yapılacak iş parmakların tetikten çekilmesini sağlamaktır.
Yasımızı tutalım, ama bu noktayı unutmayalım.
Barışa açılan yolda ilk adım, parmakları tetikten çekmektir.