Sizin hayatta kaç ipiniz var?.. Ya sözcükler ölürse...

Midilli’de limana yakın çarşının orta yerinde, sokak arasında tenha bir kahve, biraz da meyhane... Oynak havalı Yunan müziğinin, buzukinin olağanüstü eşliğinde güzel bir kadın sesi, biraz da hüzünlü...



Midilli’de limana yakın çarşının orta yerinde, sokak arasında sevimli ve de tenha bir kahve.

Biraz da meyhane...

Öğle vakti.

Oynak havalı Yunan müziğinin, tabii o buzukinin olağanüstü eşliğinde güzel bir kadın sesi, biraz da hüzünlü...

Ama öyle gürültülü değil, insanın içini ısıtan, gevşeten bir ses, bir şarkı... Bir de güvercin masa aralarında sersem sersem dolaşıyor.

Özellikle sokağın üstündeki tahta masalardan birine oturuyorum, çünkü sokak püfür püfür esiyor.

Üzüm çardağı da güneşle arama giren bir başka hoşluk, sokağı ne güzel gölgeliyor.

Öğle vakti ama karşımdaki masada tespih çeken ihtiyar ufak ufak demlenmeye başlamış bile. Buzlu uzosundan bir yudum alırken, uzaklara dalıyor.

Babam geliyor gözümün önüne...

Akşam sofrasında rakısının ilk kadehini kaldırırken masadakilere, “Haydi Allahasmaladık!” derdi, başka diyarlara açılıyormuş gibi...

Hoş bir ihtiyar.

Saçları bembeyaz.

Yüzünün hatları ne kadar derin...

Uzosundan bir fırt daha çekiyor.

İmreniyorum.

Bir uzo da ben söylüyorum öğle vakti, tatilde sayılırım.

Beyaz işlemeli masa örtüsü insanın içini ferahlatıyor. Üstüne ince şeffaf naylon gerilmiş...

Benim gözüm ihtiyarın üstünde.

Meze olarak ızgara sardalye getiriyor, dekolte giyimli genç kadın garson...

İhtiyarın etrafıyla ilgilendiği yok, dalmış gitmiş uzosuyla...

Hayatta kaç ipi vardır acaba?..

Hasır sandalye çok rahat.

Bir Yunan adasında 85 yaşında bir balıkçı varmış. Yıllardır gün doğarken denize çıkar, ne tutarsa getirip bir zengin evine satarmış.

Bir gün doktor demiş ki, artık denize çıkmak yok! Üç ay sonra ölmüş ihtiyar balıkçı...

Ne bileyim, acaba hayatta bir tek ipi olduğu için mi ölmüş ihtiyar balıkçı?..

Benim hayatta kaç ipim var?..

Hadi söyle Hasan Cemal?

Kaç ipin var hayatta?..

Bilgisayarımı açtım.

Yazı lazım.

Paul Auster’ın New York Üçlemesi isimli romanında birkaç satır Ayşe’nin ilgisini çekmiş.

Beni de düşündürdü:

“Aklıma bir sürü fikir geliyordu. Ama ne zaman oturup bir şeyler yazmaya çalışsam bu fikirler uçup gidiyordu. Kalemimi kaldırdığım anda sözcükler ölüyordu.”

Sözcükler ölürse ben n’aparım?

Hayatta ipsiz kalmak!

Korkunç bir şey...

Dünyam yıllardır sözcüklerle kuruluyor her gün...

Onlar ölürse ben ne yaparım?..

Ama sözcükleri öldürmek isteyenler de eksik değil bu dünyada... Sözcüklerin özgürce uçuşmasından korkanlar hep var.

İhtiyar hesabı ödedi.

Yüzü hiç gülmüyor.

Tespihini pantolon cebine koyuyor. Bastonuna uzanıyor.

Sandalyesinden doğrulurken birden sendeliyor. Yardım için yerimden kalkınca, merak etme jestiyle gülümsüyor.

Güzel gülüyor.

Bu beyaz saçlı ihtiyar bana niye babamı çağrıştırdı ki?.. Babam Midilli’yi hiç gördü mü acaba, babası Cemal Paşa’nın doğduğu bu güzel adayı?.. Bir kadeh uzo parlattı mı Midilli’de, ne bileyim?..

Ne kadar da içine kapalı bir adamdı sevgili babam...

Babamın kaç ipi vardı hayatta?

Öğle vakti buzlu uzosunu yudumlayan ihtiyarın acaba kaç ipi var hayatta?..

Peki ya benim kaç ipim var?

Siyaset...

Futbol...

Başka?..

Yoksa çok mu yoksulum?..

Müzik çok güzel. Buzuki enfes, oynak! Kadının sesi büyüleyici...

Kim söylüyor?..

Atina’dan sevgili dostum Stelyo Berberakis’i arıyorum.

“Stelyo, kim olabilir bu güzel kadın sesi, sen bilirsin ulan...”

“Garsonu ver sorayım.”

“Ortalıkta gözükmüyor, sen söyle birini...”

“Glykeria olabilir.”

“Bir dakika, garson kız geldi.”

Stelyo konuşuyor dekolte giyimli garson kızla ve kahkahayı atıyor:

“Tesadüfün böylesi, Glykeria’ymış...”

Soruyorum Stelyo’ya:

“Oğlum senin kaç ipin hayatta?”

Anlamıyor.

Ben de anlatmaya çalışmıyorum.

Sizin kaç ipiniz var hayatta?..

Öyle güzel söylüyor ki Glykeria, buzukinin oynak mı oynak eşliğinde?..

İçimden başka bir şey yazmak gelmiyor.

Hayata bir kadeh uzo daha!

- - - - -