Başbakan Erdoğan’ın Mısır-Tunus-Libya gezisi elbette önemli. 11 Eylül ve Arap Baharı, Türkiye’nin doğu ve batıdaki ‘borsa değeri’ni arttırdı. Ama abartmamak şartıyla...
Başbakan Erdoğan’ın Mısır-Tunus-Libya’yı kapsayan Arap Baharı turu elbette önemli.
Altı çizilmesi gereken bir gezi.
Arap dünyasına açılmanın, başta ekonomik ve siyasal açılardan olmak üzere Türkiye’ye birçok yararı var.
Arap âlemiyle ilişkilerinin gelişmesi, Türkiye’nin Batı’yla, Amerika’yla, Avrupa’yla ilişkilerini de olumlu etkiler.
Şöyle söylemek mümkün:
Doğu’ya açılan pencerelerin çoğalması, Türkiye’nin Batı nezdinde de daha çok ağırlık kazanmasını sağlar.
Türkiye böyle bir ülke.
Hem Doğu’ya hem Batı’ya eşzamanlı bakabiliyor.
Bir başka deyişle:
İlle de Batı, ille de Doğu değil!
İkisi, Türkiye açısından birbirinin alternatifi değil çünkü. Böyle bir saplantı, Türkiye’yi çıkmaza sürükler.
Türkiye bu nedenle ABD’den, AB’den vazgeçmeden Arap ve İslam âlemiyle de, Rusya’sıyla da, Çin’iyle de ilişki modellerini oluşturup her yöndeki yürüyüşünü devam ettirmek zorunda.
Ettiriyor da...
Zaten Türkiye’nin coğrafyası, tarihsel ve kültürel dokusu, ekonomisi gerekli kılıyor böyle bir yürüyüşü...
Türkiye için böyle bir yürüyüş, özellikle ekonomik bakımdan küreselleşme olgusunun çerçevesine de oturuyor.
Türkiye’nin ekonomisi dinamik.
Kabı kabına sığmıyor.
Ve bu ekonomi, daha çok büyümek ve zenginleşmek için yurtiçinde ve dışında barış ve istikrar kuşağına ihtiyaç duyuyor.
Tayyip Erdoğan’ın genel seçimleri tek başına kazandığı 2002 yılı sonundan beri bu barış ve istikrar mantığını gayet iyi kavradığı söylenebilir.
Bu sayede, yani ekonomi büyüdükçe, kendisi de seçim üstüne seçim kazanabiliyor, üstelik her seferinde oylarını arttırarak...
Başbakan Erdoğan’ın şimdiki Arap Baharı gezisinin de böyle bir ekonomik çerçeveye oturduğu söylenebilir.
Türkiye’nin ekonomisi büyüme rayına oturmamış olsaydı, Arap âleminde çok fazla ciddiye alınmazdık. Veyahut İsrail’e bugünkü kadar posta koyamazdık.
Mısır bu bakımdan hazin bir örnektir. Bu ülkenin bir türlü dışa ve rekabete açılamayan devletçi ekonomisi nedeniyle yaşadığı çöküntü, Mısır’ın Arap dünyasındaki eski rolünü de törpülemiştir.
11 Eylül dünyasıyla Arap Baharı, Türkiye’yi 2000’li yıllarda getirip hem Batı’da hem Doğu’da dikkatlerin odağına koydu. Bu da Türkiye’nin uluslararası sahnedeki değerini hiç kuşkusuz arttırdı.
Erdoğan bu gerçeğin bilincinde.
Bundan gayet iyi yararlanıyor.
Bu sayede Türkiye de geçmişten gelen bazı kısır döngüleri ve anlamsız saplantıları aşıyor.
Ama bir noktaya özen gösterilmesi şart:
Ölçü!
Yani abartmamak koşuluyla...
Erdoğan’ın gerçekten önemsediğim gezisini günlerde medyadan izliyorum. Haberleri, yorumları okuyorum.
Ölçü kaçmış durumda!
Böyle giderse, Tayyip Erdoğan da kendini bu havaya kaptırırsa, o zaman bulutların üzerinden bir daha nasıl iner?
Hiç bu konuyu düşündünüz mü?
Şu noktayı unutmayın:
Türkiye, öncelikle kendi evinin içini düzelttikçe güçlenir.
Bu yolda hâlâ engellerimiz var.
Kürt sorununun silahla bağının koparılması, PKK’nın dağdan inmesi gibi...
Bunun için Erdoğan’ın yakın geçmişteki ‘Oslo süreci’nde olduğu gibi, siyasal iradesiyle cesaretini yine toparlaması gerekiyor.
Çünkü Kürt sorununu barışçı çözüm rayına oturtabilen bir Türkiye, başka dünyalara kendinden çok daha emin olarak açılır.