Yazarımız Burcu Erdoğan, 'Bu dünyada çok şey söylenir, çok şey konuşulur; ama az şey gerçekten anlaşılır.' dedi.
Bazen sessizlik, kelimelerden daha güçlüdür. Bu dünyada çok şey söylenir, çok şey konuşulur; ama az şey gerçekten anlaşılır. İnsanlar, ağızlarından çıkan kelimeleri o kadar kolay harcıyorlar ki, sanki hiçbir anlam yüklemiyorlar onlara. Herkes bir şeyler söylüyor, ama ne kadar dinleniyor? Ne kadar anlaşılıyor? Ve ne kadar DOĞRU söylüyor?
Bugün baktığımızda, her köşede, her mecrada bir ses var. Düşünmeden konuşan, bilmeden yorum yapan, anlamadan yargılayan sesler… Ama kaç kişi konuşmadan önce gerçekten düşünüyor? Kaç kişi, söylediği sözlerin arkasındaki sorumluluğu taşıyor? Bazen düşünüyorum da, sessizlik içinde kaybolan anlamları fark etsek, belki dünya daha güzel bir yer olurdu. Çünkü her söz, ağızdan çıkıp havada asılı kaldığında, bir iz bırakır. O iz, ya kalpleri ısıtır ya da derin yaralar açar.
Eskiden insanlar bir şey söylemeden önce tartardı. Sözlerin bir ağırlığı vardı. Şimdi ise, her kelime o kadar hafif ki… Rüzgar gibi gelip geçiyor. Bir an kulaklarımızı dolduran sesler, ertesi gün hatırlanmaz bile oluyor. O seslerin içinde derin anlamlar barındıran kelimeler var mı? İşte bunu sormak gerek. Gerçekten değer verdiğimiz bir şey üzerine mi konuşuyoruz, yoksa sadece konuşmuş olmak için mi? Yada yalan yanlış konuşarak insan VEBALİMİ alıyoruz? İnsanlar birbirini anlamıyor artık. Anlamaya çalışmak bile zahmetli bir iş gibi geliyor. Herkes kendi haklılığını savunmanın peşinde, kimse karşındakinin ne hissettiğini, ne düşündüğünü önemsemiyor. Oysa her insan bir hikaye taşır içinde. Ve her hikaye, bir başkasını anlamak için bir kapıdır. Gördüğüm kadarıyla o kapılar artık kapanmış gibi. Sessizce dinlemek yerine, herkes o kapıyı çalmadan içeri girmeye çalışıyor, anlamadan yargılıyor.
Bir zamanlar sözler kutsaldı. Söz vermek, bir insanın onurunu taşırdı. Şimdi ise değeri kalmadı. Ne kadar çok konuştuğumuz önemli oldu, ne kadar derin düşündüğümüz değil. Oysa insan, anlamaya vakit ayırdığında, gerçekten bir başkasının dünyasına girebilir. Bu dünyada anlamaktan çok hükmetmek, dinlemekten çok konuşmak revanşta. Kendi sesimizi duymaktan başka hiçbir şeyi umursamaz hale geldik. Söz, sadece konuşmak için söylenmez. Söz, yürekten gelir, anlam yüklenir ve karşımızdakine bir köprü kurar. Bir çoğumuzun yaptığı köprüler inşa etmek yerine, onları yıkmak oluyor. Birbirimize ulaşmayı denemiyoruz bile. Hep bir yarış içindeyiz. Daha çok ses çıkarmak, daha çok görünmek, daha çok haklı çıkmak.. Göz önünde olmak.. Biz olmaktan çıkıp "BEN"cil olmak öyle değil mi.. Ama ne pahasına?
Bu dünyada anlamın kaybolması, sessizliğin kaybolmasıyla başladı belki de. Sessizlik, insanın kendini dinlediği yerdir. O sessizlikte kalp konuşur, ruh derinleşir. Artık ne kendimizi ne de başkalarını dinliyoruz. Gürültüyle dolu bu dünya, içimizdeki o derin sessizliği de boğuyoruz. Oysa en büyük anlam, sessizliğin içinde saklıdır. Gerçek sözler, o sessizliğin içinde doğar.
Eğer bir kez durup gerçekten dinlesek, sadece başkalarını değil, kendimizi de anlayabiliriz. Sözlerin arkasındaki duyguları, düşünceleri, kırgınlıkları, sevgileri… Tabi dürüst davranışlar sergilediğimiz vebal almadığımız, kulaktan dolma bilgiler ile değil.. Her insanın içinde bir dünya var ve o dünyayı görmek için dinlemek gerekiyor. Ne zaman bu kadar kör olduk, ne zaman bu kadar sağırlaştık?
Ne zaman içimizdeki o derinlikleri kaybettik? İnsanı insan yapan, sadece konuşabilme yetisi değil; anlama, hissetme ve başkalarının kalbine dokunabilme gücüdür. Biz, bu gücü nasıl bu kadar çarçur ettik? Ne zaman kelimelerimizi sadece bir silah olarak kullanmaya başladık? Oysa kelimeler, iyileştirebilir, yaraları sarabilir, köprüler kurabilir. Biz onları bir silaha dönüştürdük. Farkında olmadan en keskin kılıçları sözlerimizle sapladık birbirimizin kalbine.
Birinin söylediği bir kelime, bazen bir ömre bedel olur. Düşünmeden söylediğimiz, anlık öfkemize kapıldığımızda ağzımızdan çıkan kelimeler, belki de bir insanın ruhunda kapanmayacak yaralar açar. Ve biz, o yaraları görmeden geçip gideriz. Sadece sözlerin gücü değil, sessizliğin derinliği de yaralayıcıdır bazen. Yanlış bir zamanda gelen sessizlik, soğuk bir duvar gibi örülür aramıza. Oysa bazen bir kelime, bir ömrü değiştirebilir. Bir "özür dilerim", bir "teşekkür ederim", bir "seni anlıyorum"... Bu kadar basit kelimeler, bir insanın hayatında ne kadar büyük fark yaratır.
Fakat biz, en değerli olanı unuttuk. İnsan olmanın esasını, birbirimize gerçekten bağlanmanın gücünü... Sessizlikle dinlemeyi, karşı tarafı anlamayı, onun acısına ya da mutluluğuna ortak olmayı. Artık her şey o kadar yüzeysel ki… İlişkiler, dostluklar, hatta sevdiklerimizle kurduğumuz bağlar bile… Hepsi bir hızla yaşanıyor, bir hızla tüketiliyor. Oysa insan, gerçekten anlamak için zaman ayırmalı. Bir kalbe dokunmak, aceleye gelmez. Bir ruhu anlamak, sabır ve derinlik ister.
Hayat öyle hızlı akıyor ki, sanki her şey geçici, her şey yüzeyde yaşanmalıymış gibi. O hızın içinde kaybolan şey, en önemli olan: Gerçek bağlar. Gerçek anlayış, gerçek sevgi. Bu yüzden belki de, sessizliğe, içimize dönmeli, kendimizi yeniden bulmalıyız. Birbirimizin sesini değil, kalbini duymaya çalışmalıyız.
Ve biz, birbirimizin kalbine dokunmanın ne kadar değerli olduğunu unutturmamalıyız.
Sağlıcakla..