Rahat bir koltuğa oturun şimdi, bir çocuğun neleri hayal edebileceğini düşünün ve ütopyanızı kurmaya başlayın. Ben de size ütopyamı anlatmaya başlayayım.
Bir çocuk olsam önce ailemi isterim yanımda. Arkadaş gibi bir anne mesela. Başımı okşadığında bir sonraki tatlı uykumu hayal etmek isterdim hep. Babam eve geldiğinde koşarak sarılmak isterdim boynuna.
Biraz daha büyüyünce şöyle, binası resimlerle dolu olan, bakınca kapısına koşabileceğim bir kütüphane görmek isterdim mahallemizde. Kapısından içeri girdiğimde çalışanların yüzünün güldüğünü görüp bana tuttukları minik minik şekerlerden almak isterdim bir tane. Tatlı yiyerek tatlı tatlı dolaşmak isterdim her bir kitabın içinde. Hem sonra kitaplar o kadar alımlı olmalı ki, kapaklarında “hoş geldin bana” yazsa bile yeterdi belki de bana. Açtıkça resimlerin beni büyülediği, “hadi oku beni” diyebilen içeriği olsaydı çok çook severdim kitapları belki de. Bir de küçücük sandalyeler, boyuma göre de renkli mi renkli masalar isterdim. Eve döndüğümde “anne ben bir şey öğrendim” deyip ilk paylaşma duygusunu annemde tatmak isterdim. Yaşadıklarımın kahramanı olmalıydı annem hem. Ona ancak bir kahraman olmak yakışırdı zaten. Her şeyimi annem bilseydi derdimde kalmazdı ki. Bilirdim onun en iyi arkadaş olduğunu. Ben çocuğum, bir çocuk en çok yanında ailesini istemez mi?
Sonra biraz daha büyüdükçe yeni insanlar tanımak yorardı belki beni, aldığım ilk hayat darbelerinin yanında babam yanımda olsaydı darbem çiçeklere dönüşmez miydi onun tek gülüşüyle.
Okul mu? Okulum geleceğim olmalıydı. Geleceğim olmamalıydı sadece “ben yeni dünyamla geleceğim” demeliydim geleceğime. Ben kimim sorusuna en güzel cevabı ailemden sonra okulda cevap alacağımı bilmeliydim, hem ailemde yanımda değil miydi sanki. Onların olmadığı bir dünya eksik bir dünya demek olmalıydı benim için. Kırılmış bir masa gibi büyümek olurdu bu.
Şimdi bir gencim, dünya için düşündüğüm fikirlerim var benim, ben duyarlı bir birey olmak zorundayım, sorumluluklarım var. Mutlu bir çocukluğum oldu benim. Ailem her şeyim. Ben içimde dünyamı taşıyan biriyim. Dünyamı yaşatacak bir dünyam olmalı birde. Yeşillikler içinde, herkesin mutlu olabileceği şeylerin var olduğu, beni üzmeyen, ailemin benim için üzülmeyeceği dünyam olmalı. Ben önemli olmalıyım memleketimde, insana değer vermeliyim bende önce. Etrafımda ışıltılı gözler görmeliyim, birde tebessümler eksik olmamalı yüzlerde. Çünkü bilmeliyim ki en değerli şey “mutluluk” ve mutluluğun değerli kıldığı “sağlık”.
Ben bir bireyim artık. “Dünyam için geliyorum” demeliyim. Evet, hayallerim var benim. Hiç savaşta yok, çocuklarda aç değil, yüzleri de gülüyor siyahların, ne güzel hayatlar kuruluyor işte… İçimde sevgiyle bakan gözlerin hep değerli olduğunu bilmenin hazzı… Gerçek bir dünya istiyorum işte, benim olan bir dünya.
Tüm bunlardan da önemli en çok neyi isterdim biliyor musunuz? Şu an annemin beni uyandırmamasını. Bunun bir hayal olduğunu bilmemek isterdim, dünyamın varlığına inanmak isterdim ve ilk kez annemin sesini burada duymak istemezdim. Şimdi gerçek dünyadayım işte, dünyam bile diyemediğim bir dünyada… Benim olmasına izin vermediler ki hiç! Bu, size ait olmayan yabancı bir evde kalma mecburiyeti gibi. Yaşamak zorunda olmak gibi.
Annemin sesini duymayı da bir tarafa bırakında asıl ne isterdim biliyor musunuz? Çocuklarımız için adımların teker teker atıldığını görebilmek. Çünkü ben “Öyle bir dünya istiyorum” diyemiyorum “öyle dünyaların keşfini görmek istiyorum ki” diyebiliyorum. Onlar içlerindeki dünyalarını çıkarabilirlerse dünyaların varlığı kadar mutluluklar doğar. Belki bir ütopyayla yola çıkıp gerçekleştirilebilir mi dersiniz? Hım, bende öyle düşünmüştüm :) O halde ben sesleniyorum bile: “Haydi çocuklar ütopyalarımıza taşınıyoruz.”