Turgut Özal'ın Çankaya'ya çıkacağının konuşulduğu günlerde bir yandan da 'başbakan toto' oynanıyordu.


Bazı gazeteciler sağ seçmene sıcak gelebilecek, kenarda oyuna gireceği anı bekleyen lider adayı olarak görülen ismi telaffuz etti: Aydın Menderes. Gerçekten de başbakanlığı büyük çoğunluğun yakıştırdığı isimdi Aydın Bey. Fakat ortada bir sorun vardı, Aydın Bey milletvekili değildi ve anayasada başbakanlık için milletvekilliği şartı bulunuyordu. 'Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak' durumunun en uç örneği ile karşı karşıya idik. Bu balon hemen o gün söndü. Hatip Dicle'nin milletvekilliği üzerine süren tartışmalar, o günleri hatırlamama sebep oldu.

Dicle'nin aday yapılması, seçime sokulması, 78 bin seçmenin oyunu aldıktan sonra 'pardon yanlışlık oldu' deyip mazbatasının elinden alınması bir demokrasi skandalı. Elbirliği ile işlenmiş bir cinayet. Suçluları şöyle sıralayabiliriz: Anayasa ve kanunu bile bile adaylık sürecini sonuna kadar yürüten Dicle'nin avukatları ve BDP yöneticileri. Dicle'nin adaylığını telafisi mümkünken iptal etmeyip seçime kadar müdahil olmayan Yüksek Seçim Kurulu. Hem Yargıtay'daki mahkûmiyet kararına hem de YSK'daki iptal kararına imza attığı halde, göstere göstere gelen çarpışma için uyarı görevi yapmayan YSK üyesi. Bütün bunları bir kalemde silenler yeni bir suçlu bulup bütün vebali boynuna yükledi: Dicle'nin yerine Meclis'e gelen Oya Eronat. "Vay efendim neden sabahın köründe gidip mazbatasını almış, bu ne fırsatçılık!" Doğru, üç gün sonra alsaydı daha şık olurdu. Peki, netice değişir miydi? Hayır. Oya Hanım almasa sıradaki 5 AK Partiliden biri, hepsi çekilse bağımsız aday Salim Ensarioğlu, Meclis'e gidecekti. DYP'li eski bakan Salim Bey'i mazbatayı almamaya kim ikna edecekti?

Dicle'nin 22 Mart'ta kesinleşen mahkûmiyeti biraz daha saklanabilse ve seçimden sonra ortaya çıksa sonuç değişecek miydi? O da imkânsız. Kesin hüküm TBMM'ye bildirildiği anda herhangi başka bir işleme gerek kalmadan vekilliği otomatikman düşecekti. Diyarbakır hep 1 eksikle temsil edilecekti. O tek sandalye için ara seçim de mümkün değil. İlgili madde yenilenmediği için 30 ay görünüyor, normalde 24 ay içinde ara seçim mümkün görünmüyor. Ancak bütün vekillerini kaybeden bir şehirde seçimden sonra 30 ay geçmeden sandık kurulabilir. BDP'li Hakkâri milletvekilleri istifa ederse ve bu istifalar Meclis'te kabul edilirse Dicle parlamenter olabilir. 'Anayasa ve ilgili kanunlar değişmeden çözüm imkânsız' fikrini savunanları, 'kanunperest ve fırsatçı' olarak suçlayanların teklifini anlamakta zorlanıyorum. Aslında bir teklifleri yok, 'önüme gelene bin tekme' oynuyorlar.

Çözüm ne sokakta ne de mahkemelerde. Çözümün yegâne adresi Parlamento. Sorunlu maddeleri değiştirecek tek güç Meclis. Onu işlevsizleştirme girişiminin, çözümü tıkama dışında bir anlamı yok. Karanlığa küfretmenin kime faydası olacak! Artık lime lime olmuş ve yama tutmaz hale gelmiş anayasaya bir yama da Hatip Dicle için atacağımıza yeni anayasa yapmayı önümüze koyalım. Gerekiyorsa 14. maddedeki istisnayı da 'ağır cezalık suçların suçüstü haliyle' daraltalım. Böylece tutuklu vekillerin tahliyesinin önündeki engel de kaldırılmış olur. 12 Eylül rejiminin dayattığı anayasayı eleştirmeye gelince mangalda kül bırakmayanların artık icraat göstermelerini bekliyoruz. Kısmi reform paketiyle referandumda kabul ettiğimiz değişikliklerin boykotçu ve hayırcı partilerin tutunduğu dal olması da ayrı güzellik. Biz 'yetmez ama evet' derken onlar anlaşılmaz biçimde 'hayır'da direttiler. Şimdi hem evet hem de yetmezliği konusunda haklılığımız ortaya çıktı. Buyurun yetmez kısmını bu defa halledelim.

NOT: Son dakikada gelen haberler CHP'nin minder dışına kaçmaya başladığını gösteriyor. Kanuni düzenlemeye gerek yok, açıklamasının da başka açıklamasını ben bulamadım.