Ankara’da Kıbrıs’a ilişkin ‘kriz politikası’nın düğmesine basanlar, hem Kıbrıs gerçeklerini, hem de asker-sivil Denktaşgiller’in oyun kıvraklığını yabana atmasınlar. Hele Erdoğan bir de Kürt meselesinde topu yanlış oynarsa...

Başbakan Erdoğan Lefkoşa’da, 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı’nda konuşuyor.
Çok sert.
Hatta Denktaşgilleri mutlu edecek kadar sert ve milliyetçi bir söylem içinde...
“Bıçak kemiğe dayanmak üzere” diyor. Güney Kıbrıs’a, Atina’ya, AB’ye çatıyor.
Lefkoşa’daki meslektaşım Başaran Düzgün’ü arıyorum. Birkaç gün önce Ankara’da Erdoğan’la konuşan Kıbrıslı gazeteciler arasında o da vardı.
Diyor ki:
“Başbakan Erdoğan, anlaşılan bir kriz politikası için düğmeye basmış durumda. Önümüzdeki altı ay karşı tarafa baskı uygulayacak. Güney’le Kuzey arasında tıkanmış olan müzakereler bu yolla açılabilir mi? AB ile ilişkileri dondurma salvosu Brüksel’i ne kadar etkiler bilemiyorum. Ama bu arada şunu bilmek lazım. Kıbrıs Türkü’nün geçim derdi konusunda büyük sıkıntıları var.”
Anlaşılan o ki, Ankara ‘kriz politikası’na yöneliyor.
Ne kadar kontrollü?
Türkiye’nin elindeki kartlar ne kadar güçlü?
Geri tepebilir mi?
Kriz politikası deyince akla buna benzer birçok soru takılır.
Başbakan Erdoğan kendi elini kuvvetli görüyor. Bir yanda yüzde 50 oyluk bir seçim zaferi, öte yandan gittikçe güçlenen bir ekonomi...
Bir kartı daha var:
Arap baharı...
Ortadoğu ve Arap âlemindeki gelişmeler, hem Washington’da hem de bazı AB başkentlerinde Türkiye’yi yeniden bir cazibe merkezi haline getirmeye başladı.
Bu konuda, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın son İstanbul ziyaretinin ilginç mesajları vardı. Bunun gibi örneğin Berlin’den, Alman dış politika dünyasından da Türkiye’yi daha ön plana çeken bir zihniyet değişiminin sinyalleri geliyor.
Kıbrıs’a ilişkin ‘kriz politikası’nda belki dış konjonktürle ilgili bu gelişmeler de etkilidir.
Olabilir.
Kıbrıs yalnız Kıbrıs değildir!
Bu cümleyi yıllar içinde kim bilir kaç kez yazdım. Ama öyledir Kıbrıs.
Hatırlayın.
Türkiye’dejs asker-sivil darbeciler, 2004’te Kıbrıs’ta çözümsüzlüğe oynayıp hem Türkiye’nin AB yolunu kesmenin, hem de Ak Parti hükümetini devirmenin sinsi tertiplerini tezgâhlamışlardı.
İlk raundu da kazanmışlardı.
Erdoğan-Gül ikilisinin iktidar tecrübesizliğinden de yararlanarak, Denktaş Bey’e hükümete rağmen Annan Planı’nı reddettirmişler, böylece Güney Kıbrıs’ın tek başına AB’ye alınmasının kapısını açmışlardı.
Bu konuda, zamanın Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek Paşa’nın günlüklerinde çok çarpıcı bölümler vardır. Bu tertipler aynı zamanda Ergenekon yolunun da taşlarını döşemişti. (*)
Şimdi yazı konum bu değil.
Ancak, Ankara’da ‘kriz politikası’nın düğmesine basanlar, hem bu Kıbrıs gerçeklerini, hem de asker-sivil Denktaşgiller’in oyun kıvraklığını hiç yabana atmasınlar. Bu tecrübeli takım, bazen şeytana külahı ters giydirecek kadar zeki olabilir.
Erdoğan hükümeti, hele bir de Kürt sorunu ve PKK sahasında topu yanlış oynarsa, 2007’deki yüzde 47 gibi, bu kez de yüzde 50’lik çok büyük bir fırsat heba olabilir.
Kıbrıs dedik nereye geldik?..
Kıbrıs netamelidir.
Evet, Kıbrıs yalnız Kıbrıs değildir!
Biliyorum, Erdoğan’ın 2004’ten başlayan AB’ye dönük hayal kırıklıklarınıÖ Ama yine de Türkiye’nin ‘AB yolu’nun önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum.
AB elbette Güney Kıbrıs’a Türkleri eşit ortak olarak kabul etmesi için baskı yapmalıdır. 2004’ten beri Kuzey Kıbrıs’ın yaşamakta olduğu haksızlığın altındaki imzasını ve sorumluluğunu görmelidir.
Gündüz Ökçün’ü anımsıyorum.
Devletler Hukuku profesörüydü, Mülkiye’den de hocamdı. 1978’deki Ecevit hükümetinde Dışişleri Bakanlığı yaparken bir gün bana demişti ki:
“Bu Kıbrıs meselesi daha çok dışişleri bakanları, başbakanlar eskitir.”
Bu kez inşallah ‘çözüm’ü yakalarız.