Diyarbakır Havaalanı’ndan çıktığınızda sizi “kentin kalbi” olarak tanımlanan Bağlar semti karşılar…
Neden “kentin kalbi” deniliyor?
Çünkü Bağlar’da cadde ve sokakların tek hakimi olan çocuklar, bütün toplumsal olaylarda baş roldedirler. Diyarbakırlılar onlarla iftihar ediyorlar:
-Bizim küçük generallerimiz!..
Küçük generallerin semtine girdiğinizde bir başka olgu daha sizi yakalar: Yoksulluk!
Diyarbakır’da yoksulluğu bir “jöle” gibi hissedersiniz. Her yerinize yapışır bu kentte yoksulluk…
Yoksulluğun ikiz kardeşini her aileye “eşit şekilde” dağıtılan acılar oluşturur.
Bir haftadır Diyarbakır’da bu coğrafyanın damarlarını delik deşik eden bir insanlık suçunun belgeseli üzerine çalışıyoruz. 1991’de HEP İl Başkanı Vedat Aydın’ın öldürülmesiyle başlayan “Faili meçhul cinayetler” 1990’ların ilk yarısı boyunca “çılgın” bir tempo ile sürdü.
Bugün “resmi” kayıtlara (AİHM, İHD, Af Örgütü) geçen faili meçhul sayısı olarak 4563 rakamı telaffuz ediliyor. Bir de kayıt dışı cinayetler var!
Cinayetlerin tamamına yakını için yerleşik kanı var:
-Hepsini devlet yaptı!
Zaten faili meçhul kurbanlarının yakınları, (eşler-anneler-babalar-çocuklar) ayrıntılı olarak anlattıkları zaman kimsenin kıpırdayacak yeri kalmıyor.
Bu katliamın hiçbir iz bırakmaması mümkün olabilir mi?
Çalışma sırasında Diyarbakırlı gençlerle birlikteyiz. Bizim kamera asistanı Efe’nin baba-oğul hikayelerini kahkahalarla dinleyen Kürt gençlerinden biri ertesi sabah yanıma gelerek şöyle diyordu:
-Nazım Abi iyi ki, Efe’yi de getirmişsin. Ne güzel şeyler anlattı. Biliyor musun, benim ve arkadaşlarım, hiç birimiz babalarımızla öyle ilişkilerimiz olmadı. Bizim aklımızda hep babamın gözaltına alınışı, işkence edilmiş halde eve getirilişi ve avluda gözümüzün önünde ona işkence yapılması anıları var!!!
Bejan Matur’un“Dağın Ardına Bakmak” adlı yeni kitabındaki ilk röportajın başlığı Kürt gençleri için alternatif yaşamı da özetliyor:
-Babamın acılarına ettiğim tanıklık, beni dağa gönderdi!
Eskiden Diyarbakır’da işadamı, otel sahibi, turizmci, otobüs firması sahibi, manifaturacı, fırıncı, eczacı, muhasebeci gibi geçimini zorlanmadan temin edebilen kesimden kişilerle konuştuğunuzda şöyle derlerdi:
-Devlet bütün Kürtleri PKK’li gibi görüyor. Oysa biz PKK’ya karşıyız. Ama bunu anlatamıyoruz.
Şimdi bu durum değişmiş. Hali vakti yerinde bir işadamı önceki sabah kahvaltı ederken şöyle dedi:
-Biz dağdakileri terörist olarak görmüyoruz ki! Onlar gerilla! Bu halkın çocukları! İmha edilmelerine karşıyız. Bir cenaze töreni bile yapamayacaksak, niye birlikteyiz diyoruz!
Bir haftadır Diyarbakır’da çalışıyoruz. Bu kentte sanki sadece Barış ve Demokrasi Partisi’nin gireceği bir seçim yapılacakmış gibi hava esiyor.
Leyla Zana, Hatip Dicle, Emine Aynagibi solun popüler isimleri seçim çalışmalarında ön sırada görünüyorlar. Tıpkı Şerafettin Elçi ve Altan Tan gibi… Eskiden bu isimler birbirlerine karşı olan siyasi partilerde yer alırlardı.
Şimdi hepsi aynı çatı altında…
Hangi çatı diye sorularsa, çok kısa yanıtı var:
-Kürt kimliği şemsiyesi!
Bu şemsiye bütün Diyarbakır’ı kaplıyor. Ona güç veren ise 1990’larda devlet tarafından kaba operasyonlarla örselenen yapı… Özetle ifade etmek gerekirse, yazının başlığına dönebiliriz:
-Diyarbakır’ın kesik damarları!