Yine bir 12 Eylül günüydü, görünmez bir el ayarlamıştı sanki. Sandığa gidecek, 12 Eylül darbesiyle hesaplaşmanın yolunu açacaktık. Normal şartlarda 12 Eylül cuntasından hesap sorulmasından mutlu olmasını beklediğimiz bazı insanlar toplumu hayal kırıklığına uğrattı.

Aralarında Diyarbakır Cezaevi'nde işkenceye tabi tutulmuşlar da vardı, Mamak mağdurları da. Sol partilerden bazıları 'bunun kandırmaca olduğunu' dile getirdi. Darbenin sağ cenahtaki mağduru MHP'nin 'Hayır'cı tavrını da anlamakta zorlandık. Biz ise yargılanma ihtimalinin bile, kesin dokunulmazlığa göre ilerleme olacağını savunuyorduk. 12 Eylül mağdurlarının önemli kesimi, cuntayı yargılama ihtimalini sevdi. Kaldı ki pek çok saygın hukukçu, geçici 15. maddenin kalkmasıyla birlikte yargının elindeki zincirin çözüleceğini söylüyordu. İnsanlığa karşı işlenmiş suçlarda zamanaşımı olmazdı. Yasama dokunulmazlığında olduğu gibi, yargılama önündeki engeller zamanaşımını durdururdu.

Neyse beklediğimize ve oy verdiğimize değdi; hayatta kalan iki 12 Eylül generali ifade veriyor. Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya savcıların tevcih ettiği soruları cevaplamaya çalışıyor. Avukatları artık ezberlediğimiz türden açıklamalar yapıyor: Neyle yargılandığımızı bilmiyoruz! Toplum biliyor; onlar adına yargı faaliyeti yürüten savcılar da biliyorsa mesele yok. İfade haberi sosyal medya başta olmak üzere çeşitli mecralarda iki türlü tepkiye yol açtı. 12 Eylül referandumunda 'Yetmez ama evet' diyenler haklı çıkmaktan ziyade, cuntayı 'şüpheli' sandalyesinde görmekten mutluydu. Eskiden püskeviti olmayan çocuklar gibi, yabancı ajansların, 'filan ülkenin 40 yıllık darbecisi yargılanıyor' haberlerini okuyup iç geçirirdik. 'Bizim niye darbecilere hesap soran bir yargımız yok, biz niye yargılayamıyoruz?' dönemi dün itibarıyla kapandı. Yine sosyal medyada savcıya soruları 'bir sağdan bir soldan' sormasını önerenler vardı. Evren'in o talihsiz "Eşitlik için bir sağdan bir soldan asıyorduk." açıklamasına telmih yapılıyordu. Hayır, cephesi ise kuyruğu her şeye rağmen dik tutma çabasındaydı. "Bunu saymıyoruz, evinde ifade alınmaz ki" türünden mızıkçılık yapanlara ve 'yargılanamaz' tezinde diretenlere ilişmeye gerek yok. Onların bir kısmı, sıra 28 Şubat'a ve 27 Nisan'a gelir endişesiyle barajı öne kuranlar. Mazeretleri var yani.

Evren'in ifade vermesinin hukukî veçhesi dışında sembolik anlamı var. İlk defa başarılı bir darbe sigaya çekiliyor. Bu gelişme, darbelere dayanak gösterilen İç Hizmet Kanunu 35. maddeyi değiştirmekten daha müessir olur. Zaten meşhur 35 madde tam beynamaz özrü gibi. "Silahlı Kuvvetler'in vazifesi; Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır." cümlesinden darbe yetkisi çıkaran zihniyet, yan yana duran her kelime dizisinden aynı şeyi başarabilir. Hoş, kanundan güç alarak anayasayı ilga etmenin hukuk mantığı ve mevzuat hiyerarşisi içinde yerini bulmak da imkânsız. Zaten biz yaptık oldu, havasındaydılar. 35. madde öylesine söylenmiş bir gerekçeydi. İç Hizmet Kanunu 1961 tarihinde çıktı. 27 Mayısçılar neye dayanarak darbe yaptı!

12 Eylül referandumunda kabul ettiğimiz anayasa değişikliklerinin demokrasi mücadelesinde dönüm noktası olduğu inkâr edilemez. 13 Haziran sabahı kolları sıvayıp başlayacağımız yeni anayasanın ne denli önemli olduğu buradan anlaşılabilir. Bürokratik oligarşiden iktidarı geri almanın yegâne yolu anayasayı millete yaptırmak.