Kapı zili acı acı  çaldı. Gelen askerlerdi. Kadın anladı durumu Yığılıp kaldı  öylece…“İçim yanıyor.” diyordu gözü yaşlı şehit eşi… Kızı vardı, oğlu… “Hanım çocukları yazdır okula, kayıtlarını yaptır” demişti şehidi giderken Doğu’ya. Yeni ev almışlardı, kredi çekmişlerdi. 9 ay sonra emekli olacaktı şehidi… Ve o eve yerleşeceklerdi. Kapı zili çaldı oysa… Gelen askerlerdi. 

Allah buyuruyor: “Allah indinde ölenler ölü değildirler. Onlar şehittirler. Sizler onlara ölü demeyiniz. Onlar Allah indinde diridirler.”

Ve eşi  şehitti.

Ateş düştüğü yeri yakıyordu. İçi yanıyordu şehit eşinin ve ülkenin. 

“Hüznümüz dağlar kadar” diyordu tuğgeneral… “Ama boynumuzu bükmüyoruz, bükmeyeceğiz” diye bitiriyordu sözünü… Şehit çocukları vardı memleketimde boynu bükük, şehit çocukları vardı hüzünlü mü hüzünlü… Şehit çocuğu vardı bursu kesilen. Ve her şehidine ev veren Kayserim vardı iş yapan. 

3 ay önce evlenmişti bir diğeri…  Elleri daha kınalıydı. Havai fişekler atılıyordu düğününde…  Şehit olmadan bir gün önce annesiyle konuşmuştu. “Anne sen kapat ben arayayım” demişti… Babası inliyordu gayri ihtiyari: “Yüreğim yandı, yok mu bunun bir çaresi” diye… 

Zeytin dalı havada kaldı,  beyaz güvercinin kanadı kanlı bugün…

Yüreğim yaralı, sinirlerim harap! 

Dün gece Beşiktaşlı Almeida asker selamı çaktı attığı golden sonra, Guti formasındaki Türk bayrağını öptü penaltıdan sonra… Acının milliyeti yok işte! Biri İspanyol, biri Portekizli… 

Mayın döşeniyor asfalta…  Kimseler görmüyor; herkes kör, herkes sağır herkes lal. Yüzlerce metre kablo çekiliyor uluorta… Uzaktan kumanda ile patlatılıyor onlarca bomba.

Cemmırlar yok ortada; sinyaller açık, ölüm bir tuşta! 

İstihbarat ayakta uyuyor, millet korkuyor, yardım yataklık eden kana bulaşıyor. Ve kendi uykusunu öldürüyor herkes. Geceleri elleri kanlı uyanıyor ve “Benim mi bu eller Allahım!” diyor her bir suçlu! 

Kapı zili acı acı  çaldı. Gelen askerlerdi. Şeker hastası baba anladı durumu…  Gelen askere sarıldı: “Yavuzumu neden getirmediniz” diye inledi. 

Sokaklarda tepkiler alışageldiğimiz… Hep aynı hikâye… Hep aynı terane…“Ya Allah bismillah / Allahu ekber” kaç yıl oldu, kaç can gitti? “Şehitler ölmez / Vatan bölünmez.” Kaç can daha gidecek, kaç ana daha ağlayacak? “Türkiye uyuma şehidine sahip çık!” diye… Sloganlar gidenleri geri getirmiyor, hamasi sözler problemi ortadan kaldırmıyor ne yazık ki! Akılcı olmak lazım. Etrafımız puslu zira Suriye’nin hali ortada… Irak’taki boşluk açık, İran başka hesaplar peşinde, Avrupa duymuyor acımızı nedense! İsrail sessiz ve derinden, Amerika boş teneke misali ağzımıza bal çalmaya kalkıyor. Bizler ise günü birlik söylemlerle ayakta… Değil işte, çözüm yolu bu değil. Toprağına ve insanına sahip çık; eğitimle, sağlıkla, hizmetle, siyasetle ama silahla değil! 

Asker maaşını yolluyordu evine bir diğeri…9 aylık bebeği vardı eşinin kucağında…9 aylık bebek babasına ağlıyordu. Yürek yırtılmaz mı? Yürek yanmaz da ne olur şimdi?            

 

Bunlar bizim çocuklarımız; Anadolu’nun…  Zap suyu kan akar bugün, Hakkâri yas tutar, Çukurca karalar bağlar.            

 

Kürtçe ağıtlar karışıyordu Türkçenin üstüne… Türkçe ağıtlar yakılıyordu Kürtçenin üstüne… Acının dili yoktu; işte Kürtçe ölüyordu bir şehit… Kürtçe konuşarak defnediliyordu. Şafak 38 diyordu kardeşi, anne Kürtçe feryat ediyordu… Baba “10 çocuğum var gerekirse hepsini yollarım ama bitsin” diyordu gözü yaşlı bir şekilde yarım yamalak Türkçesiyle…           

 

Kapı zili acı acı  çaldı. Gelen askerlerdi. Balayını Çukurca’da geçirmişti 24 günlük evli şehit…24 Temmuz’da EVET demişti eşine…18 Ağustos’ta ELVEDA… Mavi gözlüydü, barışa umuttu gözleri oysa. 24 günlük evliydi. 

Bıçak yüreğe saplandı kara saplı paslı bıçak… “Beni bırakmaz” diyordu eşi ağlayarak… “Kaç gündür postal ayağımda” demişti oysa…           

 

Boş bırakırsanız o boşluğu doldururlar.

Öğretmen olarak kaçarsanız, imam olarak terk ederseniz, siyaset olarak seçimden seçime uğrarsanız, doktor olarak uğramazsanız, sağlıkçı olarak gitmezseniz, yalnızlaştırılırsanız, yok yere etiketlenirseniz, fişlenirseniz meydan boş kalır. Ve o boşluğu da hemen doldururlar. Elbet gidenler vardır, elbet kalanlar vardır ama gidip hemen dönenler daha fazladır. Kadro istikrarı sağlamak ve halkla irtibatı çok iyi kurmalarını sağlayacak eğitimleri vermek gerek.

Gitmek gerek… 

Şehir merkezlerinde yığılan onca kadro, şişkinleşen, semizleşen… Torpilleşen atamalar, kaçamaklar… Bir tek polis mi gidecek ve kalacak uzun süre, bir tek asker mi gidecek ve kalacak uzun süre… Bu memleketi ve bu memleketin her bir köşesinde yaşayan halkımızı seviyorsak eğer gitmek gerek; Hakkâri de olsa… 

Anlatmak gerek, barış gönüllüsü  olmak gerek, etle tırnağı anlatmak gerek… Mevlana’yı, Yunus’u, Ahmed-i Hani’yi öğretmek gerek. 

Ne kodamanlar gördük, şucu bucu diye onu bunu yaftalayan.

Ne adamlar gördük yok yere harcanan.

Mesafe alınmıştır; gönül ikliminde değişiklikler yapmak gerek.

Gönül erlerinin sahneye çıkması gerek, kanaat önderlerinin rol alması gerek.

Misyonumuz bu olmalı; köy köy, mezra mezra dolaşan dervişlerimiz olmalı… Ellerinde Kuran, dillerinde vatan ile… Gözlerine şefkat, sözlerinde sevgi ile… Beraber yaşadık beraber yaşayacağız sonsuza değin diyerek… 

Zap suyu kan akıyor bugün. Sarp dağlar ölüm saçıyor.

Ve yüreğim kan ağlıyor habire…