Yazarımız sıddık Bey Son zamanlarda artan şiddet olaylarına vurgu yaptı ve serzenişini dile getirdi.
Türkiye'nin son dönemlerdeki güvenlik sorunları ve artan şiddet olayları, toplumun her kesimini derinden etkilemeye devam ediyor. Günümüzde insanlar, akşamları evlerinde haberleri izleyerek huzurlu bir şekilde vakit geçirememe noktasına gelmiş durumda. Her gün televizyon ekranlarında bir cinayet haberi, bir darp vakası veya başka türlü problemlerle karşılaşıyoruz. Ve en üzücü olanı, bu suçları işleyenlerin genellikle cezasız kalması, adalet duygusunu sarsıyor.
Artık kadın cinayetleri, öldürülen sevgililer veya karı kocalar, hatta kavgadan dolayı darp edilen yanındaki insanlarla karşılaşmamız sıradan hale geldi. Son olaylardan biri ise Trabzon Sürmene'de yaşandı. Bahriye öğrencileri, denizcilik öğrencileri, geleceğin subayları, servis kiraladıkları için minibüs şoförleri tarafından darp edildi. Gözleri morardı, yüzleri zarar gördü, gençlerin hayalleri ve gelecekleri karardı. Peki, bu tür vahşetlerin hesabı kimden ve nasıl sorulacak?
Toplumun adalet arayışı giderek artarken, suçluların cezasız kalması ve yargı sisteminin yetersizliği endişe verici boyutlara ulaşıyor. İnsanların güvenlik kaygısı her geçen gün artıyor ve herkesin içindeki tek düşünce, bu durumun nereye gideceği. Kimse farklı bir şey düşünmüyor, çünkü umutsuzluğa kapılmış durumdayız.
Hayatın bazen zorlu dönemeçlerinde, insanlar haksız yere içeri düşebilirler. Ancak içeride olmak, hayatın sonu demek değildir. Unutmayın ki içerisi, karanlık bir labirent gibi görünse de, aslında bir eğitim yuvasına dönüşmüş durumda. İçeride zaman geçirenler, çoğu zaman hayatın en sert derslerini alır ve bu süreç, onların karakterini şekillendirir. Belki de hukuk fakültesi mezunu olmaya gerek kalmadan, gerçek hayatın derslerini içeride öğrenirler. Güzelleme yapmak gibi olmasın ama bir nevi dışarıya daha eğitimli bir şekilde suç işleyecek gibi çıkıyorlar.
Bir suç işleyen, özellikle de can almış bir katil, adalet karşısında en ağır cezayı hak eder. Ancak, ne yazık ki, günümüzde sık sık gördüğümüz durum şudur: suçlular tutuklandıktan sonra, adli kontrol şartıyla serbest bırakılırlar. Üstelik, içeri girdiklerinde hiç giymedikleri ceket kravat takıp, yürürler dışarıya. Bu durum, mağdurları ve toplumu adalete olan güvenlerini kaybetmeye sürükler.
Suçluların, özellikle de can almış bir katilin, adli kontrol şartıyla serbest bırakılması, adeta adaletin alay edilmesi gibidir. Şikayetçi olanlar, bu durum karşısında haklı olarak endişe ve kızgınlık içindedirler. Her gün, suçluların serbest bırakılma ihtimali, toplumu bir kabus gibi sarmıştır.
Evet, belki yasalarda bazı eksiklikler bulunabilir, ancak suçun savcılar ve hakimler kadar yasalarla da ilgili olduğu bir gerçektir. Onlar, hukukun üstünlüğünü ve adaletin tecellisini sağlamakla yükümlüdürler. Eğer suç işlenmişse, adaletin işlemesi için ellerinden geleni yapmalı ve hukukun gereğini yerine getirmelidirler. Ancak, bu durumda savcı ve hakimlerin de elini taşın altına koymadıklarını söyleyebiliriz. Onlar da insiyatif kullanma yetkisine ve imkanına sahiptirler.
Eğer adalet sistemi, suçluların cezasız kalmasına sebep oluyorsa, bu durumu değiştirmek için anayasal düzenlemeler yapılmalıdır. Uğur Mumcu'nun ifade ettiği gibi, toplama anayasa mantığıyla oluşturulmuş bir sistem artık çağın gereksinimlerini karşılamıyor olabilir. Bu nedenle, anayasamızın güncellenmesi ve çağın ihtiyaçlarına uygun hale getirilmesi önemlidir. Artık, farklı ülkelerden alınmış maddelerle değil, Türkiye'nin kendi ihtiyaçlarına ve değerlerine uygun bir anayasa oluşturulmalıdır. Çünkü zaman değişti ve şartlar da değişti. Bu nedenle, hukuk sistemimizin ve anayasamızın ivedilikle gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bu sayede, adaletin sağlanması ve toplumun huzuru için daha etkili bir sistem oluşturulabilir.
Günümüzün şartlarına uygun bir anayasa ve kanun düzenlemeleri acilen yapılmalıdır. Bu düzenlemelerle birlikte, suç işleyenlere karşı ciddi ve etkili cezalar uygulanmalıdır. Bu cezalar, suçluların bir daha benzer işleri yapabilecek duruma gelmemelerini sağlayacak kadar ağır olmalıdır. Aksi takdirde, toplumun kendi adaletini sağlamaya yöneleceği bir kaos ortamı oluşabilir. Bu nedenle, hukuk sisteminin güçlendirilmesi ve adaletin tesisi için gerekli adımların atılması kaçınılmazdır.
Anayasa yeniden düzenlenirken, kısasa kısas ilkesinin mutlaka getirilmesi gerektiği düşünülmektedir. Bu ilke, suç işleyenlerin aldıkları cezayla doğru orantılı olarak adaletin sağlanmasını hedeflemektedir. Örneğin, bir cinayet işleyen kişi, suçsuz bir insanın hayatını sona erdirmişse, bunun karşılığında aldığı ceza da aynı acıları çekmesini sağlamalıdır. Bu şekilde, suç işlemenin ciddiyeti ve sonuçları üzerinde düşünmek, insanların hem canları hem de mal güvenlikleri açısından daha bilinçli olmalarını sağlayacaktır. Haraç isteyenler, kıskananlar veya trafikte saldırgan davranışlar sergileyenlerin, bu tür eylemlerden kaçınması için caydırıcı bir etki yaratılacaktır. Adaletin sağlanması ve toplumun güvenliği için, herkesin kendi çıkarlarını korumak için başkalarına zarar vermekten kaçınması gerekmektedir.
Şiddetin ve korkunun hüküm sürdüğü 90’lı yılları özlemek istemiyorum ama, hukukun üstünlüğüne dayalı, adil ve güvenli bir toplumun inşası için çaba göstermeli, lakin polis ve askere de daha fazla yetki vermeliyiz ki görevlerini daha iyi yapabilsinler.
Polisin ve askerin topluma korku salması demokratik bir toplumun değerlerine aykırıdır, ancak bir şey yapamıyor diye halkın polis ve askere de baskı ve şiddet yapması da demokratik bir toplum değeri değildir. Bakınız demokratik toplumlardan sayılan Amerika’ya gerektiğinde suçluyu vurabiliyor ve 20 eyaletinde ölüm cezalarını infaz etme yetkileri var, bizde ise suçlulara rahatlık ve keyif var.
Sonuç olarak, Türkiye'nin huzur ve güvenliğini sağlamak için herkesin üzerine düşen görevleri yerine getirmesi gerekiyor. Suçlulara karşı kararlı bir mücadele verilmeli ve adalet sistemi güçlendirilmelidir. Ancak bu şekilde, toplumda güven ve huzurun yeniden tesis edilebileceğine inanıyorum.
Sağlıcakla Kalın..