Ankara Ulus'ta Rüzgarlı Sokak'ta veya İzmir Alsancak'ta Gümrük'teki gazete temsilciliklerinde 'gazeteciliğe' başlayanların çocukları, bugün İstanbul'da Türk medyasını yönetiyor.



Arkadaş kıyağı yapıla yapıla İstanbul'u taşralılar doldurdu. İstanbullu gazeteciler de sanki Sarayburnu'ndan denize döküldü. Yaşayan son İstanbullu gazeteciler ise aktif görevde değiller. Hatta danışmanlık bile yapamıyorlar. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin Cağaloğlu'ndaki lokalinde veya Spor Yazarları Derneği'nin Levent'teki tesislerinde birbirlerine anılarını anlatıyorlar. Aynen Fenerbahçe, Sarıyer ve Harbiye orduevlerinde buluşan emekli paşalar gibi. Türk medyasının kurulduğu Cağaloğlu'nda Babıâli denilen mahallede kartvizit basan küçük matbaa bile kalmadı. Pardon bir tek 'Gazetecilik Müzesi' duruyor.



Medyada görüş farkı önce buradan kaynaklanıyor. İstanbul'da İstanbullu gazeteci kalmadığı için... Son 20 yılı bilmeyen gazeteciler veya annelerinin-eşlerinin yanından hiç ayrılmamış kişiler şimdi halkçı oldular. Olaylara bakış o kadar mantıksız, cahilce hatta çocukça ki... Bir somut örnek vereyim. Her akşam NTV'deki 'Yorum Farkı' programında bunu açıkça görüyoruz. Prof. Emre Kongar ile gazeteci Mehmet Barlas farkı, çok şeyi anlatıyor.



Aşırı dindar, geri kafalı filan diye suçlanan AK Parti ve Başbakan Tayyip Erdoğan'ın bazı devrimlerini (örneğin sağlık kanunu) hiçbir sosyalist parti yapamazdı veya doktor ile eczacıları karşılarına almamak için yapmazdı. Bir haftada 30 bin Avrupa Birliği uyum yasası Meclis'ten geçse neler olurdu? Bazı kişiler "Ne var bunda. Tabii ki hepsi yapılacaktı. Kim olsa bunlar olacaktı" diyor. Be Allah'tan korkmazlar... 1950'de çok partili demokrasiye geçtik. Yaklaşık 60 yıl oldu. Neden şimdiye dek olmadı da şimdi her yeniliği yaşıyoruz. Sonra da utanmadan yok polis öğrenci dövüyormuş, yok garson önünden içki kadehini kaldırmış diye tüm yenilikleri hasıraltı ediyorsun. Şu olup biten basit, tüm olumsuz olaylar 50 yıldır yaşanıyordu bu ülkede. Siz Ay'dan mı geldiniz, nasıl hatırlamazsınız, bilmezsiniz?



Konuya dönersem... Medyayı yönetenler İstanbullu olmayınca ve işin içinde büyük çıkar hesapları olunca 'haber değerlendirmeleri' de böyle oluyor. Sabah Gazetesi kurulunca İstanbul'a yerleşen İzmirli gazeteciler, Beyoğlu'nun ara sokaklarını nereden bilecek? Mitingleri, yasak sokakları, her gün bir kişinin öldüğü kahvehaneleri bilemez. 1980 öncesi Beyazıt Meydanı'nda olup bitenleri şimdi TV dizilerinde öğreniyorlar. Hele hele Orman Fakültesi'ni, İTÜ'nün Gümüşsuyu binasını, Taşkışla forumlarını bilmeyenler... Bu beyler TV'lerde şimdi kalkmış Başbakan'a soru soruyor!.. Belli ki gençliğinde üniversitede polisten hiç cop yememiş. Telefonu 1970'li yıllarda dinlenmemiş, MİT'in nefesini her saniye ensesinde yaşamamış. Her gazetede en az üç MİT elemanı çalışırdı. Birinci Şube'de polis arkadaşın var ise tüm konuşmaları sana dinletirdi. Delikanlı raconunu da bilmeyen gazeteciler görüyorum ekranlarda. Karısından korkarken sekreterlerine aşık olanlar. Onların çoğu yol yordam görmemişler. Maçlarda açık tribüne zorla girememiş, pavyon kültürünü, dayak yemesini öğrenememiş. Özür dilemesini, delikanlı kabadayılarla gece âleminde nasıl oturulup kalkılır, nasıl konuşulur bilmeyenler şimdi, Başbakan Erdoğan'ı 'çok sert adam' diye eleştiriyor. Biz kibar öğretmenlerin dersini çalışmayan bir milletiz. Ne öğrendikse sert öğretmenlerden öğrendik...

- - - - - -