Batı basınında bir Türkiye övgüsüdür gidiyor. Sanki gazeteler, Türkiye’yi parlatmak için yarışa girmişler gibi...
“Güçlü ekonomisiyle bölgesel dev” diyen de var, “Avrupa’nın güçlü adamı” diyen de. “Suriye’ye müdahale etse etse ancak Türkiye edebilir” diye peşin alkış tutanlar mı dersiniz; “Esad’ı ancak Türkiye devirebilir” diyenler mi?
Türkiye’nin askeri yeteneğinden dem vuranlar, coğrafi üstünlüğünün sağladığı avantajları sıralayanlar; bir “Türkiye sevdası” ki sormayın gitsin!

Bravo Capitano
Batı’nın Türkiye’ye tuttuğu alkış “Bravo Capitano” (Bravo Yüzbaşı) öyküsünü anımsatıyor. İkinci Dünya Savaşı’nda siperdeki askerlere duygulu bir nutuk attıktan sonra, siperden fırlayan İtalyan Yüzbaşı arkasına baktığında kimsenin siperden kıpırdamadığını görmüş. Vurulup yere düşerken bakmış ki, kendisiyle birlikte siperden fırlamaya hazır gibi duran askerleri “Bravo Capitano” diye alkış tutuyorlar, ama arkasından gelen yok.
Türkiye Batı’nın tuttuğu alkışların, övgülerin dolduruşuna gelmemeli. Eğer Batı ülkeleri, Suriye’ye karşı bir askeri harekât planlıyorsa, bunu Türkiye’yi cepheye sürerek yapabileceklerini düşünmemeliler. Böyle bir izlenim varsa Ankara bunu silmeli.
Suriye’ye müdahale kararı ister NATO, ister Birleşmiş Milletler kararına dayandırılsın, Türkiye, böyle bir müdahaleye katılmamalı, muharip güç katkısı vermemelidir. Ankara, tüm gücünü bu tür müdahaleye karşı durmak için kullanmalıdır.

Ankara’nın etkisi
Ankara, Şam üzerinde belli etkiye sahip bir ülke. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Esad’la 6,5 saat yaptığı görüşmeden sonra, Hama’da tankların çekilmesi bunun göstergelerinden biri.
Tabii, sorun Esad’ın tankları Hama’dan çekmesiyle bitmiyor. Yarın tekrar gönderebilir veya başka kente aynı şekilde müdahalede bulunabilir. Türkiye, bu konuda hassasiyetini en üst düzeyde Şam’a iletmiş durumda. Hama’nın gazetecilere açılması da olumlu bir işaret.
Ancak sorunun çözüme kavuşturulması, büyük ölçüde Beşar Esad’ın alacağı tutuma bağlı. Demokratikleşme yolunda bazı vaatlerde bulunmasına karşın, adım atmayan, işi ağırdan alan Esad’ın iktidarı kaybetmeyi de göze alarak, ülkesini demokrasiye taşıyan bir lider işlevi görüp görmeyeceği belli değil.
Suriye gibi bir ülkeden birkaç gün, birkaç hafta içinde demokrasiye geçmesini, demokratik kurumları oluşturmasını, kuralları işletmesini beklemek çok gerçekçi değil. Ancak, bu yönde ciddi bir kararlılık göstermesi ve yine önemli adımlar atmaya başlaması, süreci rahatlatacaktır.
Komşumuz Suriye’ye yapılacak bir askeri müdahaleye Türkiye’nin de dahil olması, akrabalık bağlarımız olan Suriye halkında büyük bir iz bırakacaktır. Ayrıca diğer Arap ülkelerinde de halklar, Türkiye’nin böyle bir müdahalesini tepkiyle karşılayacaklardır.

Demokrasi ve barış
Suriye, çok değil bundan 10-12 yıl önce Türkiye’nin savaşı göze aldığı bir ülkeydi. Terör örgütü PKK’yı destekleyen, lideri Abdullah Öcalan’ı Şam’da misafir eden, koruyup kollayan Hafız Esad yönetimine karşı Ankara, ancak sınıra dayanarak sonuç alabildi.
Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması, yönetime babasının yerine Beşar Esad’ın gelmesinden sonraki süreçte ise iki ülke ilişkileri “ortak bakanlar konseyi” kurulacak kadar ileriye taşındı.
Bu süreç, Türkiye’den daha çok Suriye için önemliydi. ABD’nin, Şam’ı “şer odağı” olarak gördüğü ve ilan ettiği dönemde, Ankara-Şam yakınlaşması genç Beşar Esad’ı rahatlatmıştı.
Bugün gelinen aşamada iş Esad’a düşüyor. Sorunu yönetme ve demokrasiye evrilme yolunu seçer ve hızlı adımlar atarsa ülkesini ve halkını felaketten koruyabilir; aksi yolu seçerse, olan Suriye halkına olur. Türkiye, Suriye’nin iç dinamikleriyle birinci yola girmesine katkı sağlamalıdır; bir uluslararası müdahaleye veya iç çatışmaya yol açacak yollara değil.