“Vurun kahpeye!” isimli romanın isminden ilham aldım. Hani Halide Edip hanımın 1923 de yazdığı meşhur kitap. 1926 yılından sonra da yıllarca sürgün hayatı yaşamıştır kendisi. Ancak Atatürk vefat ettikten sonra dönebilmiştir ülkeye. Sebepleri siz araştırın artık.
Bu yazımda Polisleri ele almak istedim. Sebebi yok, kafama esti. Hep şikâyetçi olduğum konuları yazmaya ancak fırsat buldum diyelim. Amacım polisi yerden yere vurmak değil, aksine size farklı bir bakış açısı kazandırmaya çalışarak, olaylara bir de polislerin gözünden bakmanızı sağlamak. Benim babam emekli polistir. Yıllarca kendimi bildim bileli tayinler ile bir oraya bir buraya gitmişizdir. Aslında ben birçok kişiye nazaran daha şanslıydım sanırım. Çünkü topu topu toplam 3 mekan değiştirdik, sonuncusunda da kök saldık. Bazıları 5-6 yer değiştirmek zorunda kalıyor.
Alışmışızdır hep, mitinglerde polis orantısız güç kullanır, göstericileri döver, biber gazı sıkar, ahlaksız suç işleyenler bile vardır. Bazı kişiler için polislerin büyük çoğunluğu da pisliktir. Ne de olsa hepsini gördükleri için genelleme yapabilecek istatistiki(!?) verilere sahiplerdir. Sürekli de eleştirir dururuz kendilerini. Özellikle de sol görüşlüler bayılır eleştirmeye. Çünkü polisler devletin baskı organlarından biridir. Bizzat devleti temsilen karşılarında dururlar. Bu yüzden “Vurun Polise!”mantığı çok yaygındır.
“Acıma yok, merhamet yok, kötü adam!”
Polis niye orantısız güç kullanacak kadar kendinden geçer? Bazı anlarda niye çok sertleşir? Bunun arkasında yatan sebepler nelerdir? Önce bunları sorgulamak, öğrenmek zorundayız. Polis resmiyette 8 saat çalışır ama uygulamada 12 hatta 20 saate kadar vuran çalışma koşulları olmuştur. Babam da kesinlikle oldu. Hatta daha fazlası... Hafta sonlarında muhakkak bir miting veya spor karşılaşması oluyor zaten. Para bile almıyorlar bunun karşılığında-sözde tatil günündeler- ve bir de gece nöbetleri var. Tüm o meslek hayatlarında onca tabir caizse it, kopukla uğraşmak, bizlerin kaldıramayacağı şeyleri görmek, bunca iş karşısında aldıkları yetersiz maaş...
O buz gibi hava da ya da nemli sıcak da miting yapılacağı zaman, polis saatler öncesinde gelir nöbete başlar. Süs olsun diye mi geliyorlar sanıyorsunuz? O soğuk veya sıcağın etkisinin üstüne bir de tacizlerle karşılaştıklarında ki emin olun karşılaşıyorlar, artık tüm bunlar kontrol kaybına sebep oluyor. 1 Mayısları takip edenler yeri geldiğinde şiddete de maruz kaldıklarını görürler. En son kavgalarda, polis olduğu yerde dururken bir gösterici resmen uçan tekme atarak arkası dönük olan polisin beline vurması beni dellendirmiştir. Onları nasıl dellendirir siz düşünün artık! Adam yerden kalkamadı, arkadaşları yardım edip cankurtarana bindirdi. Kişiliği psikopat olanları savunacak değilim, onlar polislikten men edilmeli ama bahsettiğim etkilere maruz kalarak strese giren polislerin ruhsal destek alması şart, polislikten men edilmesi değil. Sonuçta mesleki bir rahatsızlık.
Diğer bir konu ise, beni hep üzmüş ve kızdırmış olan şehitlik yaklaşımı. Birkaç sene öncesinde bir kişi şehit askerlerin künyelerinden anı ağacı yapmıştı. Hep şehit askerler anılır, onlardan bahsedilir. Fakat, bunca zaman teröristler ile savaşıp şehit düşen polislerden bahseden kaç kişi var? Kaç kişinin aklına gelip, onları da anıyor, andı? Babamla birlikte körfez savaşı dönemlerin de şark hizmeti için Mardin’e gitmiştik. Sabaha kadar çalışır; günlerce gelmediği zamanlar olurdu. Çok arkadaşının şehit düştüğünü görmüştür. Güvenlik için polis lojmanlarını reddetmişti çünkü oralara saldırıyorlardı. Sonunda ev sahibimizi tehdit ettiler de biz de çıkmak zorunda kaldık evden, başka mahalleye taşındık. Ağabeylerimin başına okullarda silah dayadılar. Sonunda babam bizi başkente yolladı.
Polisi koruyan yok. Polis hem ailesini, hem kendisini hem de vatandaşı korumaya çalışıyor. Polise o kadar üvey evlat muamelesi edilmesine rağmen en ufak bir sorunda polis yardıma çağrılıyor. Açıkçası bu ülkede polise karşı nankörlük yapıldığını düşünüyorum. Kendi haklarını bile savunma imkânı bulamayan bu insanlara karşı biraz daha vicdanlı yaklaşalım lütfen.