Erdoğan adını tarihe bir devlet adamı olarak büyük harflerle yazdırmak istiyorsa, yeni bir anayasayla Kürt sorununu da barış rayına oturtmak zorunda. Yoksa ‘ustalık dönemi’ lafta kalır

Erbil havalimanında geçen hafta İstanbul uçağını bekliyordum. Ak Parti’den eski bir Kürt milletvekiline rastladım. Bu seçimde adaylığını koymamıştı.
Erdoğan’ı kastederek dedi ki:
“Bizim patron Kürt meselesinin üstüne yatar.”
“Niye?”
“Seçim var ya...”
“Hangi seçim?”
“Cumhurbaşkanı seçimi... İlk kez halk tarafından beş yıllığına seçilecek ya... O yüzden Kürt sorununda topa damardan girmek istemez bizim patron, yatar meselenin üstüne...”
Böyle ihtimal var mı?
Yok diyemiyorum.
Oysa, seçim sandığında halkın oyunu azaltmaz arttırır barış dediğimiz olay...
Ama şu da bir gerçek:
Tayyip Erdoğan’ın 12 Haziran öncesi ve sonrasında izlediği çizginin Kürt sorunu açısından güven verdiği söylenemez.
Ak Parti’yle BDP arasındaki güven bunalımı seçim sonrası da devam ediyor, hatta derinleşiyor.
Oysa, Kürt oylarını neredeyse yarı yarıya paylaşmış olan bu iki partinin birbiriyle çatışarak Türkiye’de barış yolunun açılması çok güç.
İki taraf da birbirine güvenmiyor.
Ahmet Türk’ün sözleri şöyle:
“Bugün yüzde 50 oy almış ve toplum tarafından da desteklenen bir partinin, Kürt sorununun çözümünü sağlayacak değişiklikler için çoktan devreye girmesi gerekirdi. Aslında Başbakan Erdoğan Kürt sorununu çözmek istemiyor, çözecekmiş gibi görünüyor. Bu süreci kendi lehine kullanmak için sadece manevralar yapıyor. Samimi olsa, bu sorunu çözecek güven ortamını yaratırdı. Erdoğan Kürtler nezdinde güvenini kaybetmiştir.” (Dünkü Akşam gazetesinde Burcu Bulut’un röportajından)
BDP Şırnak milletvekili Selahattin Demirtaş da partisinin önceki gün Diyarbakır’da yaptığı ilk toplantıda, grup başkanı olarak şunları söylemiş:
“AK Parti, başörtüsü sorunu, Alevi sorunu ve Kürt sorunu konularında samimi olsa, yeni anayasa konusunda samimi olsa, koşullar her zamankinden uygundur. Seçim koşulları farklı kesimlerin uzlaşma içerisinde bir arada yaşama, kendi sorunlarını çözme iradesini de ortaya çıkarmıştır. Başbakan’ın hırsı çözüm zeminini tahrip ediyor. Bizleri MHP ile tehdit ederek, yeni anayasayı onlarla yaparız diyerek duruşumuzu zerre kadar esnetemezler. Bunun adı da yeni anayasa olmaz.”
BDP’nin dili böyle.
Erdoğan da farklı değil.
Dilinde herhangi bir yumuşama görülmüyor. Dün de BDP’nin Meclis boykotunu eleştirirken şöyle dedi:
“Onların sırtlarını nereye dayadıkları belli. Onların demokrasi içinde bir yol aramak gibi bir dertleri yok.”
BDP’nin Meclis boykotunu ben de doğru bulmuyorum. Ama aynı zamanda Tayyip Erdoğan’ın demokratik duyarlıktan yoksun sert dilini de eleştiriyorum.
Yüzde 50 oyla seçim sandığından çıkmış bir liderin uzlaşma elini açması gerekir, doğru olan budur diye düşünüyorum.
Gelinen noktayı, Kürt meselesinde silah ve şiddeti devre dışı bırakacak bir barış dönemi açısından büyük bir fırsat kapısı olarak önemsiyorum.
Erdoğan bu görüşte değil mi?..
Dün yeni bakanlar kurulunu açıklarken, siyasal gündemin başına ‘yeni anayasa’yı koydu.
Bu anayasa gerçekten yeni olacaksa, Kürt sorununa köklü biçimde dokunmak zorunda.
Ve Erdoğan eğer adını tarihe bir devlet adamı olarak büyük harflerle yazdırmak istiyorsa, yeni bir anayasayla Kürt sorununu da barış rayına oturtmak zorunda.
Yoksa ustalık dönemi lafta kalır.
Kısaca:
Her başlangıç taze bir umuttur.
Yeni hükümet hayırlı olsun.