İngiliz basınında günlerdir Murdoch skandalını izlerken Türkiye’yi, bizim kendi hallerimizi de düşünüyorum, çıkarılacak o kadar çok ders var ki...

Medya İmparatoru Rupert Murdoch’la oğlunun İngiliz parlamentosunda sorgulanmalarını izliyordum.
Murdoch’lar ezikti.
Milletvekilleri mutluydu.
Yıllar yılı siyaset dünyasına korku salmış, başbakanları yönlendirmiş ve siyaset kurumunda, “Aman bu adama bulaşmayalım!” duygusu uyandırmış koca bir medya imparatorunu ele geçirmenin keyfini çıkarıyorlardı.
Salon birden karıştı.
“Açgözlü milyarder!” diye bağıran biri, elinde tıraş köpüğüyle Rupert Murdoch’a saldırdı.
Aynı anda Murdoch’ın tam arkasında oturmakta olan Çinli bir kadın ayağa fırlayarak saldırgana şiddetli bir tokat patlattı. Genç kadın Wendi Deng, Rupert Murdoch’ın ikinci evliliğiydi.
Çinli kadın beni yıllar öncesine götürdü. Davos’ta, Dünya Ekonomik Forumu’nda CNN’in o zamanki büyük patronu Ted Turner’la bir grup gazeteci kahvaltı ediyorduk. Sohbet döndü dolaştı Rupert Murdoch’a geldi.
Ted Turner’in insan olarak da hoşlanmadığı baş rakibi Murdoch, o sıralarda Çin pazarına girmek için büyük bir mücadele içindeydi.
Ted Turner, Güneyli Amerikalılara özgü o sözünü hiç esirgemeyen patavatsızlığıyla gülerek şöyle demişti:
“Hiç kuşkum yok, Mr Murdoch o Çinli karıyı sırf Çin pazarına girebilmek için almıştır.”
Rupert Murdoch, kaliteyi önemseyen medya dünyasında hiçbir zaman sevilmedi. Gazetecilik anlayışı, İngiltere’de Sunday Times’ı satın almasından itibaren sürekli eleştirildi; hatta yerden yere vuruldu.
Guardian, New York Times, Financial Times, Independent, Le Monde, El Pais gibi ciddi gazetelerin her zaman hedef tahtasındaydı.
Kısa adı IPI olan Uluslararası Basın Enstitüsü’nün Yürütme Kurulu’ndaki görev yıllarımda Rupert Murdoch adı toplantı gündemlerinde sık sık yer alırdı.
Medya gücünü acımasızca kullandı Murdoch. Büyümek için kuraldı, gazetecilik ilkeleriydi, hiç takmadı.
Britanya’da siyaset dünyasını önünde diz çöktürecek kadar güçlüydü. Tony Blair, 1990’larda iktidara gelirken Murdoch’tan icazet almıştı.
Ondan sonraki İşçi Partili Başbakan Brown ve şimdiki Muhafazakâr Başbakan Camerun da farklı değillerdi. Her ikisi Murdoch’ları hoş tutmanın yollarında şöyle ya da böyle yürüdüler.
Avrupa’nın önde gelen entelektüellerinden, tarihçi Timothy Garton Ash geçen hafta Guardian’daki haftalık köşesinde şöyle yazıyordu:
“David Camerun genelde basın ağalarına, özelde de Murdoch’a yaltaklanma konusunda Blair’den çok daha ileri gitti. News of the World’ün eski genel yayın yönetmenini kendisine iletişim direktörü yapmasından da kötü ne olabilirdi ki?”
Ama artık devir değişiyor.
Rupert Murdoch ve gazetecilik anlayışı büyük darbe yemiş durumda. Özellikle The Guardian gazetesinin gerçek gazeteciliği savunarak ‘Murdoch gazeteciliği’nin ipliğini pazara çıkarması bir dönüm noktası oldu.
Medya ayaklandı.
Siyaset dünyası ayaklandı.
Kamuoyu ayaklandı.
Çünkü medya, siyaset ve polis büyük bir güven kaybına uğradı kamuoyunda...
Şimdi yenilenme zamanı!
Britanya’da medya hem kendi iç işleyişini, hem siyaset ve iş dünyasıyla ilişkilerini gözden geçirmeye yöneliyor.
Öte yandan iktidardaki Muhafazakârlar ile Liberaller, muhalefetteki İşçi Partisi bir bütün olarak Murdoch’ların gazetecilik anlayışına ve uygulamalarına karşı tavır koydular.
Murdoch en çok satan gazetesini kapattı, gücüne güç katacak bir ihaleden çekilmek zorunda kaldı, en tepe yöneticilerini feda etti.
Medyada çoğulculuk, medya etiği, medyada kendi kendini kontrol mekanizmaları, medya ve kişilik hakları, medya ve siyaset, nasıl bir medya modeli, entellektüel değerleri hiç umursamayan, anti-elitist olan Murdoch tarzı gazetecilik, bütün bu konular şimdi tartışma masasına yatırılmış durumda.
Bir yanda medya...
Bir yanda siyaset dünyası...
Öbür yanda da toplum...
Ve gerçek gazetecilikle, kendini en berbat haliyle Murdoch olayında ele veren sarı gazetecilik...
İngiliz basınında günlerdir bu konuları izlerken Türkiye’yi, bizim kendi hallerimizi de düşünüyorum.
Britanya’daki ‘basın skandalı’ndan bizim için de çıkarılacak o kadar çok ders var ki.