Merhaba Sevgili okuyucularım
Birisine bir şey anlatmak için internette arama yaparken bulduğum bir konu ile ilgili çok güzel bir yazı buldum ve hiç bir şeyine dokunmadan sizlerle paylaşmak istedim.Yazı aşağıda..
 
Yaşamamızın amacı nedir?tabiki dünya ve ahiret hayatı için mutlu olmaktır,hayattan haz almak ve insanca yaşamaktır,ama kanaat ederek,çocuk psikolojisi ve eğitimi üzerine yüksek lisans yaptığım için bu yazımı yazarken hiç zorlanmadım,hepimiz kendimizden mutlaka bir şeyler bulacağız...sadece sonuna kadar okuyunca anlayabilirsiniz...
İnsanlar çok garip yaratıklardır. Yaşadıkları kısacık dönem boyunca hep birşeyler isterler,isterler,isterler. Kimisi isteğine ulaşır, kimisi ulaşamaz. Ama herkes birşeyler ister. İstekleri olmadığını iddia eden bir insan bile huzurlu, sakin ve kesintisiz bir hayata sahip olmayı istediği için hayatını “sadece ihtiyaçlar” bölümüne sığdırmaya çalışmıştır.
Peki neden? Oysa ki istemek lanetli birşey. İnsan amacına ulaşınca durmuyor ki kardeşimmm... Daha fazla, daha fazla, daha fazla... Dünyevi hırsına hakim olamayan tek varlığız şu dünyada... Bir bitki güneşi, suyu, havayı gerektiği kadar kullanır, hayatta kalmaya yetecek kadar. Bir hayvan da öyle... Bir köpeği düşünelim. Siz önüne en iyi yiyeceği koyun, en saf en temiz suyu getirin, herşey mükemmel olsun; tam köpeğinizin istediği gibi... Ama o doyduğu yerde duracaktır,doydum artık deyip kendince kanaatkar olacaktır. Aç gözlülük kainatta ve mükevvenatta sadece insana has bir özelliktir. Size sorsam Bu evin sahibi olmak ister misin? “Hayır!” der misiniz? Şu karşıdaki gökdeleni hediye etsem geri çevirir misiniz? Ya da mevki versem size? Genel müdürlük, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı... İnsanoğlunun aç gözlülüğünün sınırı yoktur. Kendini en iyi yetiştirmiş ve kendi temel iç güdülerini dizginlemiş bir insan bile bilinç altında mutlak hakimiyeti arar. Tarihte en büyük katliamlar, savaşlar neden olmuş? Güç için, hakimiyet için. Herşeyin sahibi olma arzusu için... Peki neden? İnsanlar neden ona buna saldırmadan kendi sahip oldukları yerde normal bir yaşam sürmeyi tercih etmemişler,neden elindekilere şükretmeyip daha çok para,daha ihtişamlı yaşam,daha yakışıklı ve güzel bahtiyar aramışlar,neden,neden haaa..?
İşte bu noktada şuan hayatımızdaki herşeyi kontrol eden unsura geliyoruz. Aç gözlülük insana öğretilmiştir. Tıpkı korku, sevgi,ve nefret gibi... Duygular insana öğretilmiştir. Bir annenin çocuğuna “Seni seviyorum.” Demesi sevgi kavramının şekillenmesinin başlangıcıdır. Çocuk sevginin ne olduğunu öğrenmez. Sadece aile bireylerinin “sevildiğini” öğrenir ve onları sever. Sonraları başka insanlara bu duyguya benzer birşey hissettiğinde onlara “Seni seviyorum.” der. Ama sevginin ne olduğunu asla bilemeyeceğiz. Çünkü karşımızdaki “Seni seviyorum” derken belki de ap ayrı şeyler hissediyor. Aynı şeyi hissettiğimizi nereden biliyoruz da insanlar bize “Seni seviyorum” deyince mutlu oluyoruz? Nefret için de geçerli bu.Ama bütün bu duyguların ötesinde beni en çok şaşırtan “korku” kavramının günümüzde bile hala öğretiliyor olması.
İnsanımızın en büyük hatası bu sanırım. Bakınız şu vereceğim örneği hafızanızda yer edin...Salonu yeni toparlamış bir anne (muhtemelen misafir bekliyordur,ve başka sebeb) çocuğun orayı dağıtmasını istemez. Salonun kapısına yönelen çocuk adını ilk defa duyduğu bir kavramla karşılaşır: Salona girme! Öcüler var!. İlginç tabi. Anne günü kurtardı ama çocuğun bütün geleceğini değiştirdiğinden haberi yok tabi. Öcü nedir? Kötü birşey herhalde. Bir de çocukları yiyormuş. Hatanın büyüklüğüne bakar mısınız! Bir insan evine güvenmezse nereye güvenecek? Elbette ki çocuk büyüdüğünde öcü diye birşey olmadığını ki belki vardır öğrenecek ama bilinç altındaki ev figürü artık kirli. Daha sonraları evden kaçması muhtemelen kendini yanında güvende hissettiği ve kendisi de evdeki öcülerin kurbanı bir kız ya da erkek arkadaşla zaten çok normal değil mi?
Peki karanlıktan korkmak? Bir ANNE -BABANIN yapması gereken bir numaralı şey aydınlıkta belleğe kaydedilmiş bir odayı zifiri karanlıkta çocuğun elinden tutarak dolaşmak, aynalara bakmak, dolapların içine bakmak. Ancak günümüzde karanlık, öcülere bir numaralı destek. Halbuki tek fark birinde maddeler var olan ışığı gözümüze iletirken diğerinde ışık olmadığı için aynı maddelerin gözümüze ışık iletememesi. Karanlık ve aydınlık birbirinin ikiz kardeşidir.
Bu karanlıkta saklanan öcüler hikayesi suçların da bir numaralı sebebi. Suçlular karanlıkta saklanmış öcüleri bir türlü göremedikleri için karanlığın mükemmel bir zamanlamayla kamufulaj olduğuna karar vermiş ve geceleri suç işlemeye başlamış insanlardır. Yazık, alt tarafı bir salon dağılacaktı... O annenin haberi var mı acaba gece işlenen cinayetlerde kaç kişinin hayatına mal olduğundan , Asla “ufacık çocuk” kompleksine girip çocuğu küçümsemeyin,o körpecik beyinlerki hayatta çok kimsenin göremediği somut ve soyut kavramları bir gizli kamera gibi belleğine çekip kaydediyor.
Gördüğünüz gibi suç, duygular ve korku öğretilmiştir.Tıpkı aç gözlülük gibi. Köpek örneğime dönmek istiyorum. İnsan oğlu safken, hiçbir şey öğrenmemişken o anlattığım köpekten hiçbir farkı yoktu. İki farklı çocuk düşünelim. İştahları aynı olsun. Birincinin önüne yemek koyalım, yemeyi bıraktığında tabağı kaldıralım. İkinci çocuk yemeyi bıraktığında; Ama olur mu? Aç ağzını! Ham yap. Arkandan ağlar,rüyana girer sonra, günah! insanlar kontrolü ele almak istediklerinde karşı tarafı günahla tehdit ederler, bu da dinin saptırılmasının en acı kanıtıdır diyelim, yemeği bitirsin. Bunu her gün her öğün için tekrarlayalım. Bu çocuklar yetişkin olduklarında birinci sağlıklı, formda bir insan olurken ikincisi hayatta kalmak için değil damak zevkini tatmin etmek için yiyecektir. Hangimiz buzdolabını açıp dakikalarca boş boş bakmayız ki? Sadece yemek değil konu. İlki bütün ihtiyaçlarını karşılayacak, hiçbir şeye ihtiyacı kalmadığında duracaktır, hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı için de mutlu olacaktır. Yani yaşama amacına ulaştı. İkincisi hayatı sömürecektir. İhtiyaçlarını karşılayacak ama bununla yetinmeyecek, daha çok, daha çok, daha çok isteyecektir. Daha sonra istemek ve elde etmek de ihtiyaç haline gelecektir, istediği şeylere ihtiyaç duyduğunu düşünecektir. Bu asla tamamlayamayacağı bir kısır döngüdür. Tamamlayamadığı için de mutlu olamayacaktır ve yaşama amacını gerçekleştiremeden göçüp gidecektir. Üstelik bütün dünyevi hırslarıyla elde ettiği hiçbirşey onunla gelmeyecek, ait oldukları yerde, dünya da kalacaklardır. Kefenin cebi yoktur ne de olsa,işte insanoğlunun gözüde ,gönlüde daima açtır ve daldan dala konarak daha fazlasını ister gözünü ancak sonunda toprak doyurur...
Günümüzde kimimiz düzelmeye çalışıyoruz kimimiz denemiyoruz bile. Bazıları farkında bile değil. Oysa ki nasıl da boşa bir uğraştır bizimki. Zaten mutlu olmak için yaşadığımızı çok geç fark ediyoruz hatta kimileri ölüme beş kala... İnsanoğlu saf ve temiz doğar, zamanla kirlenir ve geri kalan zamanını arınmaya çalışırken harcar... Mutlu olmaya, yani yaşamaya, ise vakit kalmaz...
Kısacası her şeyin başı eğitim,eğitim nedirki:Herkesin anlayacağı dilden tarifini yapayım.Eğitim:İnsanoğlunun doğuştan mezara kadar izlemiş olduğu hayat yolunda istendik ve kalıcı izlerin bırakıldığı etkin ve yetkin bir süreçtir.Kanaatkarlıkta,zanaatkarlıkta yine itaatkarlıkta sadece eğitimle olur,annenin saf sütündeki temiz ve durulukla,babanın kanındaki asillik ve ruhundaki en derin ilgi ve şefkatle çocuklarımızın eğitimi ailede bu şekilde başlar,okullarda şekillenir,hayatının tüm evresine yayılır.Düşünsenize bir kere;Dünya güzel ve doyumsuz olsaydı doğarken ağlarmıydık,eğerki herşeye doyup mutlu olsaydık ölerken inim inim inlermiydik... Kyn.www.ifadeet.com/